Black Swan

6 Mart 2011 Pazar

Black Swan




19. yüzyılda bir tiyatrocu çıktı ve tiyatronun kuramsal alanına öyle büyük katkılarda bulundu ki; günümüzde "en iyiler olarak" bildiğimiz aktör-aktrisler bile bu kuramlardan doğan sistemin takipçisi oldular ve bu sayede isimlerini "unutulmayacaklar" olarak en tepeye altın harflerle kazıdılar. Bu tiyatrocunun ismi Konstantin Stanislavski'ydi. Ve günümüzde hala hedef oyunculuk olarak bilinen sisteminin ismiyse "metod oyunculuk". İşte Black Swan, bu sistemin belgeseli niteliğinde bir film.


Fransız bir koreograf olan Thomas Leroy (Vincent Cassel) Tchaikovski'nin "Kuğu Gölü" adlı eserine yeni bir yorum getirmek için önce yaşlandığı bahanesiyle eski başrol oyuncusu Beth'i (Winona Ryder) emekli eder, sonra da yerine istediği gibi eğip bükebileceği bir başrol bulabilmek için aday balerinler arasında bir rekabet başlatır. Nina (Natalie Portman) annesi tarafından bastırılmış ve hayatını disiplin üzerine kurmuş bir kız olarak, denemelerde Kuğu Gölü balesinin iki ayağından birini muhteşeme yakın canlandırır: Beyaz Kuğu. Fakat Nina'nın asıl sorunu Siyah Kuğu'dadır. 7/24 hedeflediğinin uğruna çalışabilecek Nina, kurallara uygun, disiplinli ve 'naif' tavrıyla tam bir Beyaz Kuğu'dur. Rolün diğer yüzü Siyah Kuğu ise daha çok 'sıradışılık', 'seksapel' ve biraz da 'kötülük' gerektirmektedir. İşte Nina burada tıkanır. Yüksek dozda hırsı ve role bir türlü girememesi,  Thomas Leroy'un da bir yandan rekabeti alevlendirmek için devreye bir başka role talip kızı sokması Nina'yı çıldırma noktasına getirir. Rekabet arttıkça hırslanan, hırslandıkça çalışma temposunu arttıran Nina, kendini bir süre sonra kaybeder ve vücuduna zarar verecek biçimde çalışmaya başlar. Tüm bu stresin tezahürü olarak en son eklenen ise akıl sağlığını iyiden iyiye kaybediyor olmasıdır.

Kendini kaybeden, normalde yapmayacağı şeyleri yapan ve olmadığını yavaş yavaş olmaya başlayan Nina sonunda içindeki kötü yanı ortaya çıkarır ve bu da kendinden başarıyla canlandırması beklenen rolün ilk tohumlarıdır: Siyah Kuğu.

Film herkesin kaldıramayacağı yerlere temas ediyor.

Günümüz bireyinin sıkça yaşadığı bir hastalığa film çok güzel değiniyor: haddinden fazla hırs. Hırsın yararsız bir şey olduğunu söylemek çok iddialı ve dolayısıyla benim kaçınacağım bir yorum olur. Fakat belki işin içinden "fazlasının insanı harap edeceğini" söyleyerek çıkabilirim. Anlatılan aslında basit bir sanat hikayesi değil. Bir çeşit günümüz dünyasında hayatta kalabilme çabasının beyaz perdeye melodramik bir dille yansıyışı.

Thomas Leroy'un tüm çabaları insanı (Nina'yı) arka plana itip; sanatı, eseri (yani Kuğu Gölü'nü) ön plana çıkarmakla ilgili. Zalim tacizler, delicesine rekabet, sinir bozucu onca olay... hepsi tek bir şey için: baş rol oyuncusunu "bir karaktere gebe bırakmak"... O karakter, tüm bu çabalar doğrultusunda Natalie Portman'ın içinde filizleniyor ve yavaş yavaş Natalie Portman'ı geride bırakarak; hatta Natalie Portman'ın bedenini yararak ortaya çıkıveriyor. Artık ön planda eser var, oyuncu değil. Artık sahnede Siyah-Beyaz Kuğu var, Nina değil.

Black Swan sanatla; bilhassa görsel her türlü sanatla ilgilenen her bireyin mutlaka izlemesi gereken, kaçırılmayacak o bir elin parmaklarını geçmeyecek filmlerden biri. Aile de dahil herkesle tek bir amaç uğruna mücadelenin manifestosu.

0 yorum :

Yorum Gönder