Mine Vaganti

2 Kasım 2010 Salı

Mine Vaganti











 
 


İtalyanca bilmediğim için, daha Mine Vaganti mot a mot Türkçe'ye çevrildiği zaman ne verir pek iyi bilemiyorum. Mine, galiba İtalyanca mina'nın çoğulu, yani serseriler demek, vaganti ise vagante'nin çoğulu serseriler, başına buyruklar anlamında... Ukde Sineması'nda izlediğim bir çok filmi Ukde Sineması'nın blogunda yorumlarken, Türkçe isimlerini kullanmaktan kaçındım. Kaçınmaya da devam edeceğim... Bunun belli başla sebepleri var, açıklaması başka bir güne kalsın fakat ben kısaca "tercümanlık" okuyorum ve bu şekilde tercümeler görünce (The Wicker Man-2006 = Lanetli Ada '?') çıldırıyorum demekle yetineyim.

Amaa... Mine Vaganti isminin güzel Türkçemize Serseri Mayınlar olarak çevrilmesini ayakta alkışlıyorum. Eğer İtalyanca'da özel bir anlam değil de, bizim Türkçe'deki gibi bir anlam taşıyorsa ve bir deyim gibi Serseri Mayınlar şeklinde kullanılıyorsa; filme çok uymuş, bunu belirtmek gerek.

Bu tercüme dışında film hakkında ne denebilir bilemiyorum. Ben bu blogda hep öznel yazılar yazdım. Öyle de yazmaya devam edeceğim, teknik bilgi isteyen gitsin google'lasın filmleri. Ben daha çok filmlerin bende uyandırdıkları hisleri yazıyorum.

Bu bağlamda bu filmi izlediğim zaman da tek hissettiğim büyük bir "sıkılma hali"...

Artık Bıktım

Son dönem Avrupa sinemasındaki bu homoseksüel sinemacıların hegemonyasından tam anlamıyla bıktım. Ferzan Özpetek, çok sevdiğim bir yönetmendir. Karşı Pencere bence kolay kolay herkesin yapamayacağı bir filmdir. Müziğinden senaryosuna, görüntülerinden oyuncularının performansına... Hepsinin önünde şapka çıkartırım. Fakat artık yeter. Otuz film yapıp, otuzunda da homoseksüeliteden yoğun objeler kullanmak biraz sıkıcı olmuyor mu? Yoksa Avrupa'da bu mu prim yapıyor?

Bu olayı meşhur bir Türk tiyatro sanatçısıyla konuşmuştum. Neden Avrupa'da sinemayla ilgilenenlerin çoğunun homoseksüel olduğunu sormuştum. Aktörler, aktrisler, yönetmenler, senaristler... Neden? Bana bunun sebebini çok sosyolojik bir dille açıklamış, Avrupa'nın 20.yüzyıl başında nasıl şartlarda olduğunu hatırlamamı istemişti. Almanya'da Hitler ve Hitler'in baskı kurduğu birçok Avrupa ülkesi (Fransa da buna dahil!), İtalya'da diktatör Mussolini, İspanya'da Franco... Bu liste devam eder. Demek istediği şuydu: baskı altından yeni kurtulmuş ülkelerde, bir çok bastırılmış duygular bir hastalık gibi "topluma bulaşmış" bir şekilde patlayıverir. Haklı olma ihtimalini en çok İspanya'da görüyorum. Pedro Almodovar filmlerinin değişilmez konusudur "homoseksüelite"... Hep bu konu üzerinden devam eder Almodovar. Anne sevgisi karışır kimi zaman bunun içine, kimi zaman da baba baskısı. İşte tüm bu ögeler homoseksüeliteyi işleyebilmesi için kullandığı hikayeleri oluşturur, Almodovar'ın...

Özpetek, Almodovar değil!

Deniyor olabilir ama bence alakası yok. Asla da o mertebeye erişemez. Özpetek İtalyan meslektaşlarına "gelin itiraf edin; siz de homoseksüelsiniz, kendinizle barışın!" gibi çağırımlarda bulunan fakat sağ olduğu müddet boyunca babasından sürekli gay olduğunu saklayan bir yönetmendir. Öyle ki, kendisiyle röportaj yapmaya gelen gazetecilere "lütfen homoseksüelite konusunun pek üstünde durmayalım, babamın hala haberi yok" diye basın temsilcisi vasıtasıyla, tembihlerde bulunmuştur kendisi.

Belki de zengin babasına aslında kim olduğunu açıklayarak miras, iş imkanı, popülarite gibi şeylerden vazgeçen ve vazgeçmeyi planlayan iki homoseksüel kardeşin hikayelerini anlattığı Mine Vaganti filmini bu yüzden babasına ithaf etmiştir... Kim bilir.

Ama ben yine de açık söylüyorum: homoseksüel filmlerinden bıktım. Onları anlamaya gayret ediyorum. Asla homofobik değilim. Homoseksüellere saygı duyuyorum. Ama bu tip filmlerin bir çeşit ayrımcılık yaratma, başka bir taraf daha olduğunu hissettirmeye çabalamalarından da birazcık sıtkım sıyrıldı. İyi, güzel ama sen baba bir yönetmensen, bir özürlüyü, bir mafya babasını... hatta iki farklı çeşitlerde mafya babasını büyük bir başarıyla canlandırmayı başarmış Robert De Niro ol; kendini işinin her alanında kanıtla, ben de elini öpeyim, bir sinemasever olarak. Diyorum ben!

Güzel Yönler
Bunun yanında filmin hakkını da fazla yememek lazım. Filmin çekildiği yerler insanlara İtalya'da yaşamayı hayal ettiriyor. Kıyafetler, bir erkeğe giyim tarzını değiştirmeyi düşündürtecek kadar güzel. Bir de tabii muhteşem espriler. Bilhassa homoseksüel kardeşlerin annelerinin esprilerine dikkat.

"Burası orospu kokuyor!" sözüne, tam anlamıyla hasta oldum.


Babaannenin Muhteşem Ölümü! 

Filmin içinde babaannenin ölümü tam anlamıyla şapka çıkarılacak cinsten. Filmde en beğendiğim sahne buydu.

Bu boş hayatta eğer şeker hastasıysan ve en sevdiğin şey pasta-çikolata yemekse... Bu fani dünyada geçireceğin daha on yıl varsa fakat (!) en sevdiğin şeylerden mahrum kalarak... Varsın olmasın o on yıl. Birgün, hatta bir gecen kalsın; onu da en sevdiğin şeyler yaparak geçir. Öyle bir gece geçir ki, öyle olsun ki o son dakikaların; tüm o sana kalma ihtimalini elinin tersiyle ittiğin on yılı hiç merak etme, o muhteşem geceye şükret ağzından ölüm dökülürken.

Son Söz

Böylesi Türk yönetmenlerin imzalarını, daha farklı konuları ele alan filmlerin altında da gör(ebil)mek isterim. Ha bir de... Sevdiği adamı başka bir kadına kaptıran kadın, eminim üzülür. Fakat sevdiği adamı, bir başka adama kaptıran kadın ne yapar? Filmi izleyin...

0 yorum :

Yorum Gönder