American Psycho

23 Kasım 2010 Salı

American Psycho


28 Haziran, 2010 

"Rawlinson: Listen Patrick, can we talk?”
"Bateman: You look... marvelous. There's nothing to say.”

Dün geceden başlayarak bugünün ilk saatlerine kadar Ukde Sinema’sında artarda izlediğim iki filmden ilki bir roman uyarlaması olan “American Psycho-Amerikan Sapığı” idi. İsme bakarak tahminde bulunmam istense, kesinlikle; “Amerikalı bir sapığı anlatıyordur zannedersem bu film” derdim ve yanılırdım. Öyle ki film bittikten sonra bu filmin tamamen “Amerikan dünyasının, fikrinin sapığı” olarak algılanmasının daha doğru olacağını hissediyorsunuz.

Basit bir katil hayatının işlendiğini hissediyorsunuz filmin başlarında, ta ki ortaya farklı insanların sahip olduğu birebir aynı kredi kartları, arabaları; zengin kesimin zengin beğenileri, birbirlerine özenmeleri, yetinememeleri, hep bir çekişme halinde olmaları… gibi bariz kapitalist dünyayı anlatan belirtileri fark edene dek…

Filmin bir diğer ilginç yanını anlamak ise; sinema dünyasındaki diğer psikolojik bozukluklar yaşayan kahramanları bilmekten geçiyor. “A Clockwork Orange” (1971-Stanley KUBRICK) filmindeki Alex de Large kahramanının büyük bir Beethoven hayranı olduğunu unutmadan American Psycho’ya baktığımız zaman Beatman rolünün müzik ile olan ilişkisini daha iyi yorumlayabiliriz.

Gerçek hayatımda da, belki bu yüzden, hep, farklı müzik anlayışı olanlardan (takıntılılık halinden bahsediyorum) biraz da olsa korkmuşumdur. Müzik, özellikle bizim jenerasyonumuzun müziği çok dallı budaklı ve başka başka noktalara gitmiş bir müzik. Belli bir alanda takılı kalmak, sadece kararlılığın masum bir göstergesi gibi gelmiyor bana.

Filme dönecek olursak; kitabını okumadan izlediğim bir film olduğu için beğendiğimi ve aklımda bir resim olmadan izlediğimi söyleyebilirim. Üzerine yapılan yorumlara baktığım vakit, kitabın çok daha bomba olduğunu söyleyenlerin çokluğu dikkatimi çekiyor. Ne hak verebiliyorum, ne de haksızdırlar diyebiliyorum. Sanırım kitabını okumam gerekecek…

0 yorum :

Yorum Gönder