The Rum Diary

18 Ekim 2012 Perşembe

The Rum Diary


The Rum Diary-2011


Çok değil birkaç ay evvel Barselona'da bir evde, hayatımın en mutlu günlerini yaşıyordum. Çok yakın bir arkadaşımla günümüzü gün ediyorduk. Küçük bir odada sürekli çay içiyor, arada bir "Allah aşkına şu çay bizim memleketin çayına benziyor mu?" diye hayıflanıyor, bir süre sonra sanki sövdüğümüz o çay değilmiş gibi mutfağa gidip bir bardak daha dolduruyor, içiyor ha içiyorduk.

Yine o günlerden birinde, yine başbaşa, The Rum Diary'yi izledik. Güzel Karayip görüntülerinde kendimizden geçtik, filmin hikayesinde kimi zaman kendimizi buluverdik.

O filme ve o filmin bana hatırlatabileceği her şeye birkaç ay uzak kaldıktan sonra, geçen gece bu sefer başka bir arkadaşımla izledim The Rum Diary'yi.

Yine etkilendim, yine yaza gittim, yine mutlulandım -Yaşar Kemal'in deyişiyle...

'Başarısız bir yazar, keyfi yaşayan bir gazeteci!'

Bu tanıma uyan bir kimse -şayet alabiliyorsa- soluğu nerede alır? Tabii ki Karayip'lerde!

Paul Kemp (Johnny Depp) alkolik bir gazetecidir. Roman yazma hayali kurar, ancak kendi deyişiyle "roman yazmak için gereken o ses" onda yoktur. Hem içkiyi sevdiğinden, hem de bir değişiklik olsun diye belki Porto Riko'ya gider. Orada bir gazete vardır bünyesi altında çalışabileceği ve tabii bolcana da rom.

1960'lı yıllarda Porto Riko'daki Amerikan emperyalizmini konu alır aslında film. Ya da tam olarak böyle mi söylemek gerekiyor bilmiyorum; çünkü film bir oraya, bir buraya atlayıp duruyor. Bir konu karmaşası yok değil. Ama bunu hemen eleştirmiyorum; çünkü Porto Riko'nun bu sürprizlerle dolu endamına bir gönderme amaçlı da olabilir bu yapı...



Johnny Depp'in çalışmak için gittiği gazete, aslında en basit haliyle "sayfaları dolduralım yeter" kafasındadır; "burada zaten birçok dert var, öyle haberler yapalım ki, insanlar kendilerini mutlu zannetsinler, buraya Amerikalı'lar akın etsin, sömürebildiğimiz kadar sömürelim!"

Johnny Depp de aslında başta bu bakışa pek sitem etmez. Bir sayfa astroloji yazıları yazmaktır görevi; tabii ki sallapati cümlelerden kurulu yazılardır bunlar. Yine aynı amacı güden; insanların mutluluğu, sıkıntısız dünyası, tozpembe hayatları... vb. Etliye sütlüye karışmaz yani. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali... Hatta öyle ki Johnny Depp bir ara bu emperyalist zincirin bir halkası haline gelmekle bile karşı karşıya bulur kendini.

Batman-The Dark Knight'taki Harvey Dent rolünden tanıdığımız Aaron Eckhart, Porto Riko'ya gelmiş, oradaki hem hükumetten, hem de ordudan destek alan bir iş adamıdır. İsteği Porto Riko'daki tüm bakir sahilleri, tüm ufak cennet adaları özelleştirmek ve zenginlerin emrine amade etmektir. Bunun için de toplumun dizginlerini ele alacak, toplumu bu fikre ısıtacak bir gazeteciye ihtiyacı vardır. Bu gazeteci de anlaşılabileceği gibi Johnny Depp'in ta kendisidir.



Peki Johnny Depp bu işe olur verecek midir? Johnny Depp, yani Paul Kemp bu işe he dese de, acaba hayat Johnny Depp'in takınacağı tavırda, yer alacağı tarafta etkin bir rol oynayacak mıdır?

'Birkaç not.'

* Filmin gırgır bir film olduğu doğru. Birkaç sahnede gülmekten karnınıza kıramplar girebilir. Ama mucize bir son bekleyen ve aksi takdirde filmin boş bir film olduğunu düşünecek sinemaseverler, filmi hiç izlemesinler.

* Arkadaşımın tanımı, filmdeki "kadın"(!)ı benim anlatabileceğimden çok daha iyi anlatıyor. Chenault rolündeki Amber Heard için: "Bir melek nasıldır diye sorsalar, cevabım kesinlikle; 'içini bilemem ama dışı Amber Heard'a benziyordur olsa olsa!' olurdu..."



* Giovanni Ribisi, alkolik ve sapık (bunu boş zamanlarında Hitler köpeğinin konuşmalarının toplandığı bir plak dinliyor ve içki içiyor oluşundan anlıyoruz) bir gazeteci karakterini canlandırıyor. Neden bilmiyorum ama bu herifin ismini ne zaman bir filmin kadrosunda görsem, hemen o an mutlu birkaç saat geçireceğimi şıp diye anlıyorum.

* Filmin kadrosu için önce Brad Pitt, Benicio Del Toro, Josh Hartnett ve Nick Nolte'un isimleri geçmiş... Acaba bu aktörlerin filmde olması halinde neler neler değişirdi?.. Haksızlık etmeyelim: Johnny Depp yine "ben dünyalar yakışıklısıyım" kaygısı gütmeden, harika bir performans sergiliyor...

*Bu filmden anlıyoruz ki 60'lı yıllarda Porto Riko'da da ABD emperyalizmi kol geziyormuş... Bugün olup bitenleri yadırgamadığımız gibi, yarın olacaklara da pek öyle hayret etmeyelim.



*Yarın birgün bir barım olursa, ismi kesinlikle "CAFE CABRONES" olur... 

0 yorum :

Yorum Gönder