Never Let Me Go

18 Ekim 2012 Perşembe

Never Let Me Go


Never Let Me Go-2010

Birkaç ay evvel İstanbul Yapı Kredi Yayınları kitabevinde annemle birlikte anneannem ve teyzem için kitap bakıyorduk. Raflar arasında dolanırken annem benden kendisine anneannem için bir kitap önermemi istedi. Murat Belge, Şerif Mardin ve Gündüz Vassaf'ın katılımcılığını yaptığı bir NTV programında Murat Belge'nin Kazuo Ishiguro'nun 'Beni Asla Bırakma' isimli kitabını övdüğünü duymuştum. Murat Belge'nin İletişim Yayınları'ndan çıkmayan bu kitabı övmesi, bana çok ilginç gelmişti. Yapı Kredi'den boş kitap yayınlanmayacağını bildiğimden de, kitabın ismini hemen bir köşeye not almıştım. Kitabevinin rafında Kazuo Ishiguro'nun 'Never Let Me Go'sunu görünce de hemen anneme döndüm ve "bunu al anne, anneannemin hoşuna gidebilir" dedim. Annem kitabı aldı ve anneanneme hediye etti. Tam bir kitapkurdu olan anneannem  kitabı okudu ve çok kısa zaman sonra, tıpkı Ayn Rand'ın 'Yaşamak İstiyorum' kitabı gibi Ishiguro'nun 'Beni Asla Bırakma'sı da ailemin fertleri arasında elden ele dolaştı ve hem konusu, hem de kitabın üslubu aramızda tartışılır oldu. 

Kitabın bir de filmi varmış...

'Konu itibariyle: Sarsıcı.'

Filmin üç tane başkarakteri var: Kathy (Carey Mulligan), Tommy (Andrew Garfield) ve Ruth (Keira Knightley). Bu üç karakter, İngiltere'de olduğunu anladığımız bir kır okulunda eğitim görürler. İlk sahnelerde izleyici bu okulda görülen eğitimin bildiğimiz sıradan eğitimlerden bir parça farklı olduğunu anlar, ancak farklılığın neye işaret ettiği filmin anca ilerleyen sahnelerinde ortaya çıkacaktır. 

Kathy Tommy'e aşıktır. Tommy de Kathy'e ilgi gösterir ancak Ruth, her ne kadar Kathy'nin dostu da olsa Tommy'e sırnaşır ve Tommy'yi Kathy'nin elinden çalar. Kathy bu duruma yıllar boyunca ses etmeyecektir.

Birkaç sahne sonra ortaya çıkar ki; bu üç çocuk da, yıllardır süregelen zalim bir zincirin halkasıdırlar. Dünyaya gözlerini içinde açtıkları okul; toplumun hasta insanlarına organ nakli yapabilecek donörler yetiştiren bir kurumdur aslında. Ve Tommy, Ruth, Kathy ve onlarla beraber yüzlerce çocuk, aslında klonlama yöntemiyle oluşturulmuş kurbanlardır. 

Çocuk akıllarıyla bunun pek de farkında olamayan bu üç arkadaş, büyüdükçe ve başka başka duygular tattıkça, hayatın aslında ne kadar vazgeçilmez olduğunu fark edecekler ve kendilerinden habersizce yazılmış talihleriyle barışamayacaklardır. 

Böyle gelmiş böyle gider kabullenişiyle ve yıllardır tıkır tıkır işleyen bir dişlinin parçaları olmaları sebebiyle ses edemeyen bu üç genç, seneler sonra karşılaşırlar. Ruth o genç yaşında birkaç kez organ bağışı yapmıştır ve perperişan haldedir. Tommy de tıpkı Ruth gibi birkaç organ bağışı yapmıştır fakat onun vücudu Ruth'a göre henüz tam anlamıyla direncini kaybetmemiştir. Bir organ bağışı daha gerçekleştirdiği takdirde tam anlamıyla çökecek olan Ruth, artık Tommy'yi görmüyordur ve ilişkileri sonlanmıştır. 

Kathy ise iki arkadaşından farklı olarak henüz hiç organ bağışı yapmamıştır ve içinde Tommy'e dair hala büyük bir aşk beslemektedir. 

Yıllar sonra karşılaşan bu üç genç, dert ve hüzün içerisinde bir gün sahilde otururlarken ortaya çıkar ki Ruth'un canını sıkan tek şey, kısa süre sonra ölecek olması değildir; yoksa yıllar yıllar evvel en yakın iki arkadaşının yaşayabilecekleri ilişkilerini engellemiş olmaktır. 


Onlara yaptığı bu kötülüğü itiraf eder ve cebinden bir kağıt çıkararak hiç birlikte olamamış iki arkadaşına şu cümleleri kurar: "bu kağıtta bir adres var, o adrese gidin ve birbirinizi sevdiğinizi oradakilere kanıtlayın. Bu size fazladan birkaç yıl kazandıracaktır. Ben sizin beraber geçirebileceğiniz yılları sizden çaldım, şimdi sizden çaldığımı size geri verebilmek istiyorum..."

Bu cümleden sarfettikten birkaç gün sonra ölen Ruth'un ardından Kathy ve Tommy ne yapacaklardır?..

'Çeviriden yol almak.'

Çeviriden yol almak gerekirse ortaya ilginç sonuçlar çıkıyor:

Alman'lar filme: "Alles, was wir geben mussten" demişler; yani "Verebileceğimiz Ne Vardıysa..." gibi bir şey.

Fransız'larsa "Auprès de moi toujours"; yani "Her Zaman Yanıbaşımda"...

Filmin farklı ulusları aynı gönül bam telinden etkilediği belli.

'Hayat Akıp Gidiyor.'

Hayat akıp gidiyor. Hatalar yapıyoruz ama dön bak. Ne görüyorsun? Senden öncekiler ne gördüler? Koca bir hiç. İki günlük dünya, diyorlar ya... Bence daha da az.

Ölüm döşeğinde de olsan, artık her şey için çok geç olduğunu da sansan, özür dilemek için ve bir şeyleri düzeltebilmek için "en azından çabalamaya" her zaman vakit vardır. Gönül rahatlatmak başka şeydir, gönlünü rahatlatmak için çabalamak başka. Amaçla yetinebildiğin zaman, sonuç da değişiverir.

Filmin en büyük mesajı bu bence: pişman olmaktansa, en azından elinden geleni yap. Hayat boyu yaşayabileceğin tüm mucizeler, senin mucizelere inandığın gün rotana koyuluverirler. Farkındalık, bunun için ilk adım.

0 yorum :

Yorum Gönder