Ekim 2013

2 Ekim 2013 Çarşamba

Vincere


Vincere-2009 (Marco Bellocchio)

İtalyan televizyonunda 2005 yılında bir belgesel yayınlandı. Televizyon filmi halinde hazırlanmış olan bu belgeselin ismi Il Segreto di Mussolini idi. Yani Mussolini'nin Sırrı... Belgeseli izleyen yönetmen Marco Bellocchio, birçok İtalyan gibi bu filmden çok etkilendi; çünkü İtalyanların çoğu gibi o da; Mussolini'nin bir gizli aşkı olduğunu, hatta o gizli aşktan bir de yasa dışı çocuğu olduğunu bu belgeselden ilk kez duyuyordu...

Böylesi bir bilginin İtalyanları ne kadar ilgilendirdiğini, şoke edip etmediğini bilemem. Orada yaşamıyorum. Ama bunun gibi bir bilginin bizim ülkemiz için ne kadar sarsıcı olabileceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum.

Nobelli yazarımız Orhan Pamuk hakkında çıkan "gizli" aşk dedikoduları bile, bir dönem gündemimizde haddinden fazla yer teşkil etmişti. Hint yazar sevgilisi Kiran Desai'yi aldattığı kadın olarak kamuoyuna sunulan Karolin Fişekçi, ciddi sayabileceğimiz tartışma programlarına davet edilmiş, ilişkisi hakkında reyting getirecek başka başka bilgiler sunması kendisinden beklenmişti.

Düşünün ki İtalyanlar benzeri bir olayı, vaktiyle başlarında bulunan faşist diktatörleriyle ilgili yaşamışlar!

Her neyse...

Marco Bellocchio da, yukarıda da bahsettiğim gibi, belgeseli izleyenlerden. Ve tabii yönetmen-senarist oluşu sebebiyle de, bu bilgiden enteresan bir film çıkarma fikri düşmüş aklına. Belgeseli kaynak olarak kullanarak, ortaya Vincere'yi çıkarmış. 128 dakikalık, biyografi-drama türünde, izlenmesi gereken bir film.

***

Aslında belki de filme iki parça olarak bakmak daha doğru.

Benim elimdeki kopyası filmin, CD I ve CD II diye iki ayrı parçadan oluşuyor. Tesadüf müdür yoksa bilinçli yapılmış bir düzenleme midir bilemem; ama filmin ilk CD'si ile ikincisi arasında büyük bir farklılık çarptı gözüme.

Birinci bölümü "Mussoli'nin Ida Dalser"in tanışması, sevişmeleri ve Ida Dalser'in hamile kalması olarak alalım.

"Sevişmesi", burada bilinçli olarak kullanılmış bir kelimedir. Çünkü filmin ilk yarısında, "ülke çapında büyümekte olan" Mussoli'nin Ida Dalser'le tanışıp, birçok sefer sevişmesini yönetmen Bellocchio çok estetik bir biçimde vermeyi başarmış. Bu yüzden aşk yaşaması, deyip geçmiyorum. Çiftin sevişmelerinin bu filmde gözardı edilemeyecek bir yeri var. 

Tahrik edici, rahatsız edici bir üsluptan uzak; genelde görüntünün birçok kısmını karanlıkta bırakacak ama iki insanın sevişmesinden de kuşkuya düşürmeyecek bir muğlak-netlik içerisinde vermiş tüm sevişme sahnelerini yönetmen. 

(Bence zaten bu filmi Cannes'a götüren en önemli özellik de bu.)

Filmin ikinci bölümündeyse; terk edilen, karnında çocuğuyla ortada bırakılan bir kadın ve onun, etrafındakilere Mussoli'nin sevgilisi olduğunu, hatta ondan bir de çocuğu olduğunu anlatma çabası anlatılıyor... 

Filmin akıcı kısmı bu. İlk kısım o kadar sürükleyici değil.

Giovanna Mezzogiorno

(Bu uğurda nafile çabalamaktan akıl hastanesine düşen bir zavallı kadın... Ida Dalser. Giovanna Mezzogiorno tarafından canlandırılmış bu karakter. Olağanüstü. Ferzan Özpetek'in La finestra di fronte'si (2003), Gabriele Muccino'nun L'ultimo bacio'su (2001) ve benim en sevdiğim aşk romanlarından biri olan, Mike Newell'in Love in the Time of Cholera'sında (2007) hep başrol oynamış muhteşem bir aktris Giovanna Mezzogiorno. Bu filmde de yine elinden geleni yapmış. Ama birazdan altta değineceğim yönetmenin "çekim tercihi", sanki biraz onun oyunculuk kabiliyetinin önünü kesmiş...)

"Mussolini benim erkeğim, ondan bir çocuğum var!" diye her bağırışında Ida Dalser, "haydi canım sen de!" yanıtını almaktan ve Mussolini'nin nüfuzlu olması sebebiyle hep "erkeği"ne ulaşamayacağı yerlerde tutulan yapayalnız bir kadın...

2008 yapımı Clint Eastwood filmi Changeling'teki Angelina Jolie ya da her iki Camille Claudel filmindeki baş-aktrisler gibi; çaresiz ama inatçı bir kadın, bir anne.

***
Filippo Timi

Beri yanda Benito Mussolini ve onun oğlu Benito Albino Mussolini rolünde Filippo Timi var. Zor bir rolün altından "biraz abartılı da olsa" yine de başarıyla kalkmış gibi duruyor. (Bu aktörün tiyatrodan geldiğine yemin edebilirim!)

Filippo Timi aslında kekeme ve gözleriyse neredeyse hiç görmüyor. (Bu bilgiyi de paylaşmış olalım.)

***

Filmin sonunu elbetteki vermeyeceğiz. Gerçi bu biyografik bir film ve "gerçek bir hikayeye dayandığı" iddiasında. Dolayısıyla sonu aslında belli... Ama yine de ben bilmeyenler için filmin sonunun mümkün mertebe "sürpriz olma" niteliğini muhafaza etmeye gayret edeyim.

İki parçası da filmin, çok estetik çekimlerle bezeli. Hatta benim en çok dikkatimi çeken, filmin sürekli ters ışıkta çekilmesi oldu. Yani bir sahne düşünün, karakter ya da karakterler var; ve hepsi arkalarından ışık alıyorlar. Dolayısıyla karakterlerin suratları, haydi onu da geçtim; kıyafetleri bile adamakıllı görünmüyor. Yalnızca karaltılar var ve onların konuşmaları. 

Bu olgu amatör/acemice yapılmış bir çekimden değil; profesyonel/bilinçli bir yönetmen tercihinden temelleniyor kuşkusuz.

Filmde anlatılan gizli aşk, yasak aşk'ı yönetmen, bu çekim tarzını benimseyerek kuvvetlendirmiş. Çok zekice!

Bütün filmin bu biçemle çekildiğini düşünmemeli tabii. Sadece birçok sahnede bu yöntemin kullanıldığını söyleyelim. 

Bu çekim türü, filme çok sanatsal bir hava katmış. Farklı bir şey olmuş; daha sinematografik özellikleri kale alan, daha çektiği filmi düşünen bir üslup benimsenmiş.

***

2009 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü Michael Haneke'nin Das weiße Band - Eine deutsche Kindergeschichte filmine kaptırmıştı Vincere. Ve o sene Cannes'ın jürisinde Nuri Bilge Ceylan da vardı.

Kişisel kanaatim, her iki filmi ve o sene Palme d'Or'a aday olmuş birçok filmi izlemiş birisi olarak; Nuri Bilge Ceylan'ın oyunu Vincere'ye vermiş olabileceğidir. Çünkü Marco Bellocchio tıpkı Nuri Bilge Ceylan gibi görüntünün ve sinematografinin üzerinde fazlasıyla durmuş ve içerikten çok biçime önem vermiş.