The Ballad of Jack & Rose

18 Kasım 2010 Perşembe

The Ballad of Jack & Rose


Doğuyoruz, emekliyoruz, yürüyoruz, konuşuyoruz, oyuncaklarla oynuyoruz, televizyon izliyoruz, büyüyüp okullara gidiyoruz, okullardan kalırsa zaman spor yapıyoruz, bilekberi telefon alıyoruz, sıkılıyoruz ayfon alıyoruz -afyon alamıyoruz-, reynaya gidiyoruz, çıkıyoruz laylaya gidiyoruz, dolçe gabana giyiniyoruz, kalvin kılayn sürünüyoruz... Kısacası biz bir sistemin içinde "sürünüyoruz"... Peki sürünmeseydik ne olurdu? Ana-babamız bizi okula göndermeseydi -maalesef isteseler de yapamazlar ama varsayıyorum işte-, bizi televizyonsuz, elektriksiz, tamamen doğayla iç içe bir hayatta büyütselerdi? Onlar ya bunu seçselerdi? Ve bize de bunu diretselerdi... Ne olurdu?





İşte cevap: The Ballad of Jack & Rose...

İki gece evvel izlediğim (16 Kasım 2010) bu film bize "farklı bir hayatımız olsaydı nasıl olurdu?" dan çok; "farklı bir hayatımız olabilir miydi?"yi anlatmaya çalışıyor.

Jack, kalbinden rahatsız ve kısa ömrünün son demlerini yaşayan, dul bir babadır. Rose (Roz diye okunsa da babasının onu Rozi diye çağırması pek hoşuma gitti) ise Jack'in kızıdır. Jack idealist bir babadır. Bu dünyada, hatta bizim de ülkemizde maalesef gittikçe yaygınlaşan şu meşhur "site sistemi evler", Jack'in asabını fena halde bozmaktadır. Kendisine ait bir arazi vardır, geniş bir arazi. Birçok şirket bu arazinin peşindedir. (Agaoglu da bu şirketlerden biridir!) Fakat baba Jack, arazisini asla satmaz. Çünkü tüm o araziye yapılması planlanan birebir aynı yapılar; hem doğaya zarar verdikleri için, hem de Jack'in tercih ettiği yaşama aykırı oldukları için Jack'in midesini bulandırmaktadır.

Bu sebepten Jack, yalnız kendisi ve biricik kızı Rose için bir dünya, "bir koloni" yaratır. Bir çiftlik gibi olan bu yerleşim yerinde hiç elektrik yoktur (ve tabii elektrikle çalışan hiç bir alet) ve her şey en natürel haliyle varlardır. Mesela kulağa en ilginç gelen tuvalet örneğindeki doğallık... Bir düşünsenize!

Devamını getirmek istemiyorum. Gerçekten izleyin. Bu filmi yanılmıyorsam, bir-iki doğaya duyarlı kanalımız televizyonda vermişti. Buna önem göstermek gerek, bu filmlere kulak asmak gerek!

Daniel Day Lewis'in en beğendiğim üçüncü aktör olduğunu defalarca blogumda yazmıştım. Ukde Sineması'nda bir Lewis filmi daha izlenildi. Bundan ötürü çok mutluyum.

Filmin yönetmeni Rebecca Miller, Lewis'in karısıdır aynı zamanda, filme dair önemli bir cümle sarf etmiş röportajlarının birinde:

“Bir insanın, tüm kalbiyle sevdiği kişi öldüğünde, kendisinin de bir şekilde dünya üzerinden silineceğini, yok olacağını düşünmesi mümkün.”



Ailenize bağlı en yaşlı neslin son temsilcisi dünyadan göçtüğünde, aklınıza hiç artık sıranın hemen onun ardından gelen nesilde olduğu gelmez mi? Sizden bir önceki neslin son temsilcisinin vefatı artık sıranın sizde olması demek değil midir? İşte bu yüzden ben, ailemde, neslimin son ürünü olmak istemem. Öldüğümde insanlar "sıra şimdi bende!" demesinler, "rahmetli iyi adamdı..." desinler. Bu biraz bencilce gelebilir. Ama öldükten sonra mesai biter, isteyen istediği kadar bencil olma hakkına sahiptir.

İşte The Ballad of Jack & Rose da biraz buna dokunuyor diyebiliriz.

Hippi ruhu, evet, filmin içine işlemişti. Bunu Daniel Day Lewis'in film boyu içtiği sarma sigaradan, şiddete karşı mesafeli duruşundan ve belki de filmin en önemli yerlerinde giren Bob DYLAN parçalarından anlayabiliriz.

Day Lewis'in filmin içerisinde söylediği bir cümle, doğaya karşı filmi yapanların bakış açısını ortaya koyar:   

"I swear, I solemnly believe that humanity is now officially descending a ladder of evolution. In a thousand years, human beings will be the size of gerbils, and they'll have one thought a year, in December. They'll think about what they want for Christmas."

Daniel Day Lewis'in bir ara sinemaya elveda diyerek, evlatlarına yeterince vakit ayıramadığını da öne sürerek İtalya'nın küçük bir kasabasına kapanıp, marangozluk yaptığını biliyor muyuz? Bu film bana "acaba gerçek hayatından mı ilham aldı karısı?" dedirtti doğrusu...

Filme dair en hoşuma giden şey ise Freudyen bir bakış açısıyla, bir duyarlılık örneği sergilenmesi oldu...

Çok lafa gerek yok, Daniel Day Lewis!
Just an Experiment(?)

0 yorum :

Yorum Gönder