Her
Her-2013 (Spike Jonze) |
ANNEANNE / DEDE: "Şu zamane gençliğini hiç anlamıyorum. Ellerinde sürekli bir telefon. Uyanınca telefon, yemek yerken telefon, yatarken telefon... Adam gibi konuşamıyoruz bile artık hiçbiriyle. Ne zaman karşımıza alsak, bir muhabbete dahil etmek istesek, 'bize biraz hayatını anlat' ya da 'nasıl geçti günün' desek, bizi umursamıyorlar; sürekli ellerindeki telefonla meşgul oluyorlar. Utanmasalar telefonlarıyla evlenecekler! Bu kadar da olmaz!"
SPIKE JONZE: "Hımmm. Dur bakayım. Galiba benim aklıma bir senaryo fikri geldi!"
***
2013 yapımı Her filmi, bizim zamanımızda geçmiyor. İleri teknoloji, insanların artık aşırıya kaçmış asosyalliği... bütün bunlar birleşince filmin günümüzden ileri ama aslında bizim zamanımıza pek de uzak olmayan bir tarihte geçtiğini söyleyebiliriz.
Theodore (Joaquin Phoenix), günümüzde olup olmadığından emin olmadığım bir mesleği icra ediyor. O bir "mektup yazarı". Bu mesleğin filmdeki ismi "letter writer". Mektup yazarı, tamamen benim çevirim. Hatam varsa affola.
Neyse. Theodore, iki ayrı mekanda bulunan ve çoğunlukla hiç birebir tanışmadığı insanların birbirlerine yolladıkları mektupları yazan bir adam. Bu işten iyi para kazanıyor. Aynı zamanda kalemi de kuvvetli. İşinde sevilen, tutulan bir çalışan yani.
Koskocaman bir şirkette çalışıyor. Şirketin anlaşıldığı kadarıyla yegane iş alanı da bu. Mektup yazımı yani.
Bu kadar "aslında sosyal" bir iş yapan Theodore, özel hayatında fevkalade yalnız bir kimse. Karısıyla boşanma aşamasında ve genel olarak depresif.
Bir gün -galiba iş yerinde- bir reklam görüyor. OS1 isimli bir bilgisayar programının -uygulamasının- reklamı bu. En yalın haliyle anlatmak gerekirse OS1'in ne olduğunu, bütün işlerinizi sizin yerine yapan, ultra zeki bir "sanal birey" diyebiliriz. SİRİ'nin en gelişmiş hali belki de.
Theodore hemen OS1 programını bir şekilde ediniyor ve onunla iletişime geçmeye başlıyor. Theodore kısa sürede OS1'e fena halde alışıyor; çünkü internet üzerindeki işlerinin tamamını ona gördürebiliyor. Maillerini organize etmekten tut da, iki sevgili için yazdığı mektupların dilbilgisel ve anlamsal düzeltmelerine kadar her işini...
Kısa süre içinde, bu yalnız adamın tek beraber vakit geçirdiği "kişi" OS1, Samantha oluyor. (Evet, bu programın tıpkı bir insan gibi ismi var: Samantha.)
Samantha sadece bir ses. Olağanüstü etkileyici bir ses ve ileri zeka. OS1 adlı "karaktere" sesini veren kişinin Scarlett Johansson olduğunu söylesek, herhalde Samantha'nın sesinin ne kadar etkileyici olduğunu tahmin edebiliriz.
Zamanının tümünü Samantha isimli bu bilgisayar programıyla geçiren Theodore, zamanla Samantha'ya aşık oluyor. Çok sürreal duruyor, farkındayım ama böyle.
Theodore ve Samantha sürekli beraberler. Bizim neslin 7/24 tweet'leri, Facebook bildirim güncellemelerini takip ederek vakit geçirdiği gibi Theodore da Samantha'yla vakit geçiriyor. Beraber yemeğe bile çıkıyorlar. Hatta daha ilerisi de var: Sanal seks bile yapıyorlar. O derece.
Film özetle, teknolojinin bugüne oranla fevkalade ilerlemiş olduğu bir muğlak zamanda, bir insan ile bir bilgisayar programının yaşadığı aşkı anlatıyor.
Etrafımdaki erkek dostlarımın çoğunun illallah ettikleri kadın özellikleri Samantha'da da mevcut mu değil mi, ona da filmi izleyenler karar versin.
***
- Sürreal bir film, diyoruz. Olmaz böyle şey, diyoruz. Peki. Ama sadece bir bilgi. Filmin dekorunu oluşturan çoğu dış mekan görüntüsü, Şangay şehrinin günümüzdeki halinden alınmış. Belki de yazının başında vurguladığım "günümüzden ileri ama aslında bizim zamanımıza pek de uzak olmayan bir tarih" cümlesi, haddinden fazla yerinde -ve tabii korkunç- bir tespittir...
- Film için "distopik" demek doğru olmayabilir. Çünkü hikayenin geçtiği yerin güzelliği ya da çirkinliği kişiden kişiye değişir. Kimi dostlarımız var öyle, her şeyin mekanik olmasını arzulayan... Dolayısıyla distopik'i eliyoruz. Ama filmin ütopik olduğu konusunda da bence ciddi bir muğlaklık var.
1984, ütopya mıdır? Evet, öyle gibi duruyor. Ancak yaşadığımız şu dönemi ele aldığımızda, (ki Orwell'in romanında 'garip işler olacak' diye varsaydığı 1984 yılının üzerinden 30 yıl geçmiş) birçok mevcut gelişmenin, aslında Orwell'in öngörüsüyle fevkalade paralel olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla Her filmi, evet ütopik ancak ütopya kavramının özellikleri arasına 'hiçbir koşulda gerçek olma imkanı yoktur' gibi bir ibare koyacaksak; bence Her hiç de ütopik bir film değil.
- Her filminin yönetmeni Spike Jonze'u, Being John Malkovich filmiyle tanımıştım. O filmin güzelliğini o zaman tamamen Charlie Kaufman'a bağlamıştım. Muhteşem bir senarist, on numara bir hayalperest... Ama şu an anlıyorum ki, meğer Charlie Kaufman ve Spike Jonze ciddi manada aynı kafadalarmış. Gelecek filmlerini -Spike Jonze'un- heyecanla bekliyorum.
- Joaquin Phoenix... Philip Seymour Hoffman gibi, bu yıllar içerisinde En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar'ı alacağından emin olduğum bir aktördü. Hoffman'ı kaybettik. Phoenix hala savaşıyor. Geçen sene The Master'ı izledikten sonra "tamam," demiştim, "bu sene Oscar Phoenix'in." Bu cümleleri kurduğumda henüz Lincoln filmini tabii izlememiştim. Daniel Day Lewis'in Lincoln'deki performansını gördükten sonra Joaquin Phoenix'in Oscar'ı alamayacağından tam anlamıyla emin olmuştum.
Bu sene de durum değişmeyecek. Oscar büyük ihtimalle Matthew McConaughey'e gidecek. Ama olsun. Phoenix bence hala çok iddialı ve kesinlikle birkaç yıl içerisinde altın heykelciği evine götürecek. Onun umurunda olmadığını biliyorum. Ama yine de söylüyorum: Götürecek.
***
Uzun lafın kısası: Güzel bir film. Bilhassa teknolojik imkanlar bu şekilde ve bu hızda artmaya devam ederse kendimizi birkaç yıla nerede bulacağımız konusunda bir fikir vermesi açısından aydınlatıcı.
Google eski Ceo'su, şimdiki yöneticisi ve icra heyeti başkanı Eric E. Schmidt'in öngörüsünü unutmayalım: "Gençler yakın bir gelecekte, sosyal medyadaki geçmişlerinden kaçmak için isimlerini değiştirmek zorunda kalacaklar."
0 yorum :
Yorum Gönder