The Wolf of Wall Street

13 Şubat 2014 Perşembe

The Wolf of Wall Street


The Wolf of Wall Street - 2013 (Martin Scorsese)


+ Bana bu kalemi satabilir misin? 
- Bunun konumuzla ne alakası var?
+ Satabilir misin, satamaz mısın?
- Gerçekten bunun konumuzla ne alakas...
+ Dediklerime konsantre ol. Bana bu kalemi satabilir misin?
- Hayır... Satamam...

...

+ Bana bu kalemi satabilir misin?
* Sana bu kalemi satmamı mı istiyorsun?
+ Evet, aynen öyle. Bana bu kalemi satabilir misin?
* Pekala. Bana elindeki kalemi uzatır mısın?.. Tamam. Evet... Şimdi kalem benim elimde ve senden bir şey istiyorum: Acaba şu önündeki kağıda, sana söyleyeceklerimi yazar mısın?

("+" ceplerini yoklar. Maalesef önündeki kağıda "*"ın söylediklerini yazamayacaktır; çünkü kalemi yoktur. Bakışları "*"ın elindeki kaleme kayar ve sorar: "Bana elindeki kalemi kaça satarsın?")

Jordan Belfort (Leonardo DiCaprio)

***

İşte The Wolf of Wall Street filminin temelinde yatan anlayışlardan biri... Bir kişiye dünyanın en değersiz şeyini satmak istiyorsan; önce o kişinin o dünyanın en değersiz şeyine ihtiyacı olduğuna inanmasını sağlamalısın. 

Dünya üzerinde hiç tuvalet kağıdı kalmadığı konusunda ikna ettiğin bir kimseye, sokaktaki kara taşı satman çok olası. Ne kadar talep, o kadar arz. Bu işler böyle.


***

Önce üstünkörü özet: 

Naomi Lapaglia (Margot Robbie)
80'li yıllar... Borsacı olarak ihtisasını tamamlayan Jordan Belfort (Leonardo DiCaprio) nihayet "zengin olma" hayalleri doğrultusunda kendince en sağlam ilk hamleyi yapar ve "çaylak bir borsacı" olarak Wall Street'e adımını atar.

Daha çalışmaya başlayalı çok kısa zaman olmuştur ki, bir pazartesi günü borsa tüm zamanların en çok değer yitirdiği günü yaşar ve böylece Jordan Belfort işsiz kalır. (Meraklısı için: 19 Ekim 1987, "Kara Pazartesi")

Wall Street macerası bir hayli kısa süren Jordan Belfort hemen, en kısa yoldan tekrar sahalara dönüp, hayallerini kurduğu o "zengin hayatını" yaşamaya geçmelidir...

Önce küçük bir şirkete girer, işi iyice öğrenir; sonra kendi şirketini kurar ve nihayet büyük sulardaki yerini alır. 

Jordan Belfort'un kurduğu şirketin adı "Stratton Oakmont"tır ve bu şirket tamamen insanları "öpmeye" çalışır. Birçok insanı kağıt üzerinde zengin eder, bu insanların zengin oluşlarından komisyon alır; ancak aynı insanların kağıtlarını satıp paralarını nakite çevirmelerine asla izin vermez. Sürekli yatırım, sürekli yeni yeni kağıtlar alma. Tam para kazanacakken parayı başka bir kağıda aktarma... = BORSA.

Bu büyük bir zincir. Bir tür labirent. İnsanları sürekli kağıt üzerinde zengin kılan, ama aslında insanların kendilerini zengin zannetmelerinden komisyon kazanılan bir iş. 

E tabii böylesi büyük bir zincirden, labirentten bahsediyorsak, mecburen kimi usulsüzlüklerden de bahsetmeliyiz. 

Ultra zengin olunca evini, arabasını, tüm yaşam tarzını ve karısını değiştiren Jordan Belfort'un kısa zamanda peşine FBI takılır ve biz de sessiz sakin filmin başına oturmuş, para kazandıkça "marjinalleşen" bir adamın hayatının yokuş aşağı nasıl hızla ilerlediğini seyrederiz. 

İşte marjinal uç.

Araba kazaları, İsviçre bankalarına para kaçırmalar, en uç biçimde yaşanan cinsel ilişkiler, gemi alaboraları... gibi bir sürü "yuh" denilecek hadise. 

Olay işte biraz böyle. (Filmin tadını da kaçırmayalım. İzlemek isteyen gitsin izlesin.)

***

The Wolf of Wall Street filmi için yapılabilecek tespitlerin başında filmin anlaşılması zor bir film olabileceği geliyor. 

Konu itibariyle ele alınan borsa, ekonomi, piyasalar... vb. gibi kavramlar filmin sanki yalnızca belirli bir zümreye hitap ettiğini düşündürtebilir. Ancak unutmayalım ki bu bir Hollywood filmi; filmdeki tüm teknik kavramlar yumuşatılmış, yeri geldiğinde bir aptala anlatılır gibi anlatılmış ve film baştan aşağı sadeleştirilmiş. 

Bu gaye doğrultusunda yönetmen-senarist tarafından başarıyla kullanılan yabancılaştırma efektinden de bahsetmemek olmaz...

Leonardo DiCaprio ve Yabancılaştırma Efekti
Woody Allen filmlerinin benim açımdan en ilginç ve "samimi" yanı; Woody Allen'ın filmlerinde kullandığı yabancılaştırma efektidir. 

Tam bir olay yaşanır, seyirci de o olayı seyrederken Woody Allen -ya da çoğunlukla filmde oynayan başkarakter- bir anda kameraya döner ve olayın kendi açısından nasıl algılandığını, nasıl algılanması gerektiğini falan anlatır. Yani başkarakter bir anda doğrudan kameraya, seyirciye konuşarak seyircinin kafasındaki soru işaretlerini giderir. Böyle olduğu zaman da seyirci filme "yabancılaşır" ve Bertolt Brecht'e göre bu sayede seyirci, yabancılaştırma efektinin kullanımından sonra filmin gerçekliğine daha çok inanır. 

The Wolf of Wall Street'te de yönetmen Martin Scorsese'nin kullandığı bir taktik bu yabancılaştırma efekti. Filmin çoğu yerinde Leonardo DiCaprio'yu kameranın içine baka baka konuşturuyor; kimi ekonomik-finansal muhabbetler hakkında başkarakterinden "mümkün olduğunca sade" açıklamalar bekliyor. 

'Filmin ortaya çıkış hikayesini gözümde canlandırabiliyorum:' 

The Wolf of Wall Street'te anlatılan; yaşanmış bir hikaye. Yani Jordan Belfort diye bir adam gerçekten var ve filmde anlatılanlar gerçekten Jordan Belfort'un yaşadıklarından uyarlama. 

Jordan Belfort. Oldukça motive edici bir konuşma esnasında.

Jordan Belfort, borsacı, bir kitap yazmış. Martin Scorsese de bu kitaptan filmi kotarmış. 

Şimdi şöyle düşünelim. Mesela bizim uzmanlık alanımız ekonomi. Bir kitap yazıyoruz. Hedef kitlemizin kim olduğunu düşünürüz ya da kitabımızı kimler okur? Büyük ihtimalle borsacılar ya da halihazırda anlattığımız konulara aşina kimseler. Meslek, mesele hakkında fikri olan bireyler. 

Peki bu düşünceyle yazılmış bir kitabı, "herkesi ilgilendiren bir paydada sabitleyip, tüm dünyayı ilgilendirecek bir film yapmak istiyoruz", o zaman ne olacak? 

O zaman da; ya filmdeki kimi teknik terimlerden soyutlayacağız senaryoyu ya da bir şekilde teknik terimleri mümkün olabildiğince "bir cahile" anlatır gibi konudan bihaber seyirciye anlatacağız. (Burada bir hakaret söz konusu değil. Ben de ekonomi-borsa alanında cahilim.)

İşte bu yüzden Jordan Belfort her karman çorman sahneden sonra bir anda kameranın içine baka baka şu tarz cümleler kuruyor: 

"İHA, Halka Arz demektir. Bir hisse topluma ilk kez satış için sunulur. Firma, şirketi açarken biz ilk ücreti ayarlayıp sonra da bu hisseleri arkadaşlarımıza geri satardık. Bak... (Duraksar ve yapmakta olduğu açıklamanın anlamsızlığına gülerek:) Beni dinlemediğini biliyorum. Her neyse... Neyse, önemli değil. Asıl soru şu ki; tüm bu yaptığımız yasal mıydı? TABİİ Kİ DEĞİL LAN!.. Fakat ne yapacağımızı bildiğimiz için çok daha fazla para kazanıyorduk..."

Bu ne demek? 

"Merhaba, Ben Scorsese; bir film yapacağım ve size ABD'deki 'borsa hayatı' hakkında biraz fikir vereceğim. Ama önemli olan bu hayata dair gerçek birer bilgi edinmeniz değil; önemli olan 'aha, herif batıyor len!' ya da 'aha, neden olduğunu bilmiyorum ama adamın yaptığı yasal değilmiş; öyle diyor!' diyebilmeniz."

***

Şu yukarıda yazığım, filme dair en büyük eleştirim. Ama bunun için Scorsese'ye kızamıyorum. Çünkü onun yıllardır bir parçası olmamaya gayret ettiği sinemasal akımın havasını solumak dahi insanlara böyle işler yaptırıyor.

Yine de, EN AZINDAN, bir serbest piyasa eleştirisi, bir kapitalizm eleştirisi görebiliyoruz filmde. Kapitalizm dandik bir şey. Ancak ben bunu kapitalizmin dandik bir şey olması hasebiyle söylemiyorum. Kapitalizmin dandik bir şey olduğunu bu kadar main stream bir filme konu etmeyi önemli bulduğum için söylüyorum. 


***

Leonardo DiCaprio, Oscar?..
Filmin içerisinde büyük kurgu hataları var. Çok büyük hem de. 

Ve her ne kadar basitleştirilmeye çalışılmış olsa da, yine de takibi zor olabilecek bir film. Bu açıdan oyunculuklar ve güzel kızlar ve tabii bir yandan "ulen gerçekten böyle yaşayanlar var mıdır acaba?" soruları filmi izleme yolunda seyirciyi zinde tutuyor. 

Kaçmaması gereken bir film. Ancak yine de beklentileri yüksek tutmamalı.

0 yorum :

Yorum Gönder