Winter's Bone

6 Mart 2011 Pazar

Winter's Bone


Kim derdi ki günün birinde Akademi önümüze on tane en iyisini seçmek üzere film çıkaracak ve bu filmlerden birisi tamamen Amerikan film sektörüne zıt Bağımsız Sinema ürünü olacak. İşte karşınızda: Winter's Bone!



Oscar Adayı tüm filmleri, ödül töreninden evvel izlemeye söz vermiştim. Kendi yorumlarımı getirecek, 'kim kazanmalı' ve 'kim kazanır' ı belirleyecektim. Nitekim bu hedefime son derece yaklaştım. Son günlerde yaşadığım teknik bir problem olmasaydı, sanırım hedefime tam anlamıyla ulaşabilecektim... Bir problem yaşayabileceğimi hissettiğimden midir bilmem, evvela "ödül alma ihtimali daha yüksek" olan filmlere şans verdim, önce onları izledim. Sırasıyla Inception, The King's Speech, Black Swan, The Fighter, True Grit... gibi filmleri izledikten sonra, zaten 'en iyi film ödülünü kazanacak olan isim' aklımda net bir biçimde belirmiş olduğundan, Winter's Bone'u izlemeye yalnızca "sırf tüm filmleri izlemiş olmak" adına başladım.

Kendi kendime hep şöyle diyordum: Akademi'nin eskiden beş filmi aday gösterirken, son iki yıldır on filmi 'en iyi film' dalında aday göstermesinin tek bir sebebi vardır; uluslararası alanda Amerikan film sektörünün film satışında kolaylık sağlamak. Bu çok doğal. Bir filmi veya filmin dvd'sini piyasaya sürerken üzerinde "2010 En İyi Film Oscar Adayı" yazması, pek tabii; yadsınamayacak bir avantaj, gelir garantisi. Toy Story III ve Winter's Bone da benim için işte bu kategoride yer alıyordu. Bunlar fena film değillerdir muhtemelen, ancak izlemesem pek bir şey kaybetmem, diye düşünüyordum.

Ne zamanki Winter's Bone'un ilk sahneleri Ukde Sineması perdesinde belirdi, işte o zaman ne kadar büyük bir yanılgıda olduğumu anladım. Film tam anlamıyla bir bağımsız sinema örneğiydi ve eminim ki eğer Akademi bu filmi aday göstermeseydi ben ve benim gibi bir çok sinemaseverin gözünden kaçacak bir eser olarak kalacaktı Winter's Bone.

'Konusu bana bir yerlerden tanıdık geldi.'


Filmin baş karakteri hasta annesine ve iki küçük kız kardeşine bakmak için canını dişine takan bir kız. İsmi Ree (Jennifer Lawrence). Ree, bildiğimiz 'Amerikan Rüyasının' hiçbir şekilde hissedilmediği bir kasabada yaşıyor. Babası Ree'yi, onunla birlikte annesini-kız kardeşlerini terk etmiş ve kendisinden haber alınamıyor. Günün birinde kasabanın şerifi Ree'nin kapısını çalarak, kıza bir an evvel babasını bulması gerektiğini, aksi takdirde devletin arazisine el koyacağını söylüyor.

Bunun üzerine Ree harekete geçiyor ve "tekin olmayan" kasabasında karış karış babasını arıyor. Bu arayış "biran evvel babamı bulup, artık yuvasına dönmesi gerektiğini kendisine söylemeli; onu sevdiğimi kendisine bir şekilde ifade etmeliyim" gibi insancıl duygulardan temellenmiyor; tam aksine Ree'nin tek umursadığı fakir ve neresinden tutsan elinde kalacak olan ailesini korumak ve onların sahip olduğu hakkı yok yere kurda kuşa yem etmemek. Yani bir kızın amansız ayakta kalma mücadelesi filmin merkezinde yer alıyor.

Bir de arka planda Ree'nin babasını ararken kapısını çaldığı insanların 'ucu bize de dokunur' diye üst makamlarla girilen bu birebir ilişkiden korkmaları ve sırf 'yasadışı' olarak yaptıkları onca eylem açığa çıkmasın diye Ree'nin babasını bulmasında yardımcı olmadıkları gibi, kızın yolunu kesmeleri de var.

Günümüz dünyasının kirli yüzüne, yozlaşmış insanlığa ve sevgi, karşılıksız iyilik gibi temel duygulardan arındırılmış insanların hayatına kamera tutuyor yönetmen Debra Granik. İzleyiciyi filmin içine o kadar çekiyor ki, bir süre sonra izlediğimizin sanki yanı başımızdakilerin hayatı olduğuna gönülden inanıyoruz. Tıpkı bir belgesel izler gibi. Zaten Granik bugüne kadar belgeselleriyle isim yapmış bir yönetmen. Winter's Bone'da da olayları anlatış biçimi tam anlamıyla 'belgesel' tabanlı.

'Oyunculuklara Şapka Çıkarmak Gerek'


Winter's Bone yalnızca 'en iyi film' dalında aday değildi. Aynı zamanda 'en iyi kadın oyuncu' ve 'yardımcı en iyi erkek oyuncu' dalında da adaydı. İnanın bana bu iki dalda da film ödüle ulaşsaydı, filme aklını verip, filmi elit bir gözlükle izleyen kimse "her ikisi de hak etmedi bu ödülleri" demezdi. Jennifer Lawrence ve bilhassa 'ailevi duyguları körelmiş de olsa muhafaza edilmiş amca' rolünde John Hawkes film içerisinde muhteşem oyunculuklar sergiliyorlar. Fakat maalesef birisi Natalie Portman, ötekisi de Christian Bale engellerine takıldılar. Yardımcı erkek oyuncu dalında haksızlık olduğunu söyleyemem ama Jennifer Lawrence'a bence yazık oldu...

Neyse en azından bu iki güzel oyuncuyu, bu aday film sayesinde daha çok projede görebileceğimize dair umudumu muhafaza ediyorum.



"Bağımsız Sinema ve Hollywood?.."

Film 1983 yapımı 'The Dresser' filminden sonra 'en iyi film ödülüne aday' en düşük bütçeli film olmuş. Filmin birçok sahnesinde rol sahibi çoğu insan hayatlarında ilk defa kamera karşısına geçmişler. Çünkü hepsi kasabanın gerçek hayattaki sakinleri. Hiç mi hiç oyunculuk tecrübeleri yok.

 Bunun için Amerika'ya teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum. Temkinli konuşuyorum: Amerikan film sektörünün tam zıttı işler yapıp o şekilde bir alternatif sinema türü ortaya koymuş ve belki de sırf bu eylemiyle Amerikan film sektörüne en büyük baltayı vurmuş Jean-Luc Godard, bu sene Akademi'den 'saygı ödülü' aldı... Aynı Akademi yine bu sene yılın en iyi filmleri arasında bir bağımsız sinema ürününe yer verdi. Yiğidi vur, hakkını yeme: ABD'nin bu olgun hareketlerini alkışlamak lazım. Umarız hep böyle devam ederler. Ve Winter's Bone gibi pek öyle herkesin kabul edemeyeceği, haksızlıklarla dolu olayların anlatıldığı filmleri de, kendi filmlerinin yanında çekmeye ve bu filmleri daha iyi sunmaya önem gösterirler.

0 yorum :

Yorum Gönder