A Single Man
'Moda'nın dünyada en hızlı değişen şey olduğunu farz edersek, modacıların da dünyada en hızlı değişen şeylerle uğraşan kimseler olduğunu söyleyebilir; hatta bir adım ileri giderek 'gelip geçici meşgaleler peşinde koşan insanlar' olarak tanımlayabiliriz kendilerini... Beri yandan 'felsefe'; insanoğluna soyunun köreldiği güne kadar eşlik edecek, düşünce var oldukça baki kalacak 'varlık araştırması'dır. Peki ya meşhur bir modacı film yapsa ve bu film felsefi bir içerik taşısa?.. 'Gelipgeçicigillerden', 'kalıcı' bir çalışma: A Single Man.
Colin Firth'ün The King's Speech'teki performansını görenler, tahmin ediyorum kendilerine "yahu bu herif hep böyleydi de biz mi fark edemedik, yoksa adamın The King's Speech'teki performansı bir atımlık kurşun mu? diye sormuşlardır. Ben de sordum. Çünkü her ne kadar Bardem'in arada kaynadığını düşünsem de, Firth'ün performansıyla akademideki en iyi erkek oyuncu ödülünü hak etmediğini söyleyecek kadar uçuk değilim. Belki bu yüzden, belki de sadece kapağını görünce güzel bir film olabileceğini düşündüğümden bu gece Ukde Sineması'nda oynattığım film A Single Man'di.
Daha evvel 'Mine Vaganti' film yazımda artık sinemada homoseksüelliğin fazla ön plana çıkarılmasından duyduğum rahatsızlığı dile getirmiştim. Tamam, ilk dönem Almodovar filmlerini sanatsal bir perspektifle incelediğimizde, erkek evlat-anne ilişkilerini göz önünde bulundurarak bir daha anlamlandırmaya çalıştığımızda ortaya ilginç neticeler çıkıyor; kabul. Aynı şeyi Avrupa'daki Türk yönetmenlerin çalışmaları için de söyleyebilirim. Ama bir konunun üzerinde defalarca tur atınca, konunun bir cazibesi kalmıyor seyirci filmi hep ön yargıyla izliyor. Hollywood nasıl Hitler dönemi Almanya'sından yeterince ekmek çıkardıysa, yeni dönem sinemacılar da homoseksüelitenin ekmeğini yemeğe bir süre daha devam edecekler gibi gözüküyor. Bundan vazgeçmek lazım: konunun hassasiyetine saygı duymak; her şeyden evvel tekrar düşmemek lazım.
İşte A Single Man'in ilk sahneleri bana, yukarıda yazdığım düşüncelerimin ışığında: korku verdi. "Eyvah" dedim; "yine homoseksüelite!". Fakat ilerleyen sahneler bana yanıldığımı gösterdi.
George (Colin Firth) ABD'de bir üniversitede İngiliz Edebiyatı dersi veren bir İngiliz profesördür. Kendisi aynı zamanda homoseksüeldir ve 16 yıldır birlikte olduğu sevgilisi Jim'i (Matthew Goode) bir trafik kazasında kaybetmiştir. Bu kayıp George'un hayatında 'bir yıkım' yaratır. Ölen sanki sevgilisi değildir; George'un ta kendisidir. Varoluşunu sevgilisi üzerinden kanıtlayan George, hayatının gidişatını etkileyen bu olaydan sonra yaşamına dair derin sorgulamalar yapar ve sonunda intiharın kendisi için en doğru seçim olduğuna karar verir. Derin bir keder hissini vücudunun her yerinde -en belirgin olarak kalbinde- hisseden George'un attığı her adım sanki bir ağıttır. Muhteşem evine, geliri yüksek işine ve bir insanın isteyebileceği neredeyse her şeye sahip olmasına rağmen George; kaybedilen bir aşkın ardından hayata küsmeyi ve içine düştüğü anlamsızlıktan kurtulmayı tercih eder.
'Colin Firth için birkaç cümle eklememek elde değil.'
2010 yılında A Single Man'le Oscar adayı olmuş ancak Jeff Bridges'a kaybetmiş. En iyi erkek oyuncu dalında bu sene eğer Jeff Bridges'ın adaylığına rağmen Colin Firth kazanamasaydı, çok ayıp olurdu gibi... Bir sene bir, öbür sene öteki... Bir oyucunun iki sene üst üste Oscar kazanması, hem de aynı dalda ne kadar mümkündür, daha evvelden olmuş mudur bilmiyorum ama A Single Man'i izleyen herkes sanırım 2009-2010 adaylıklarında Colin Firth'ün bizi kapıdan döndürdüğünü hissetmiştir. Hatta şöyle diyelim: bu tecrübeye bizi Colin Firth ve Jeff Bridges geçtiğimiz iki yılda çok yaklaştırdılar. Peki bu sene yine her ikisi de 'en iyi erkek oyuncu' dalında aday olsalar ne olur?
Tom Ford |
0 yorum :
Yorum Gönder