The King's Speech

24 Şubat 2011 Perşembe

The King's Speech


Libya lideri Kaddafi, sallanmakta olan koltuğundan bugün yaptığı halka seslenişte, uzun süren iktidarlık yıllarına sinirlenenlere İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth örneğini verdi. Bu açıklamalara gülen dünya, bence Kaddafi'ye The King's Speech filmini derhal izlemesini önerebilir. Çünkü bu film Birleşik Krallık için tahtın ne gibi bir önemi olduğunu açık bir biçimde gözler önüne seriyor.







Konusunu yaşanmış bir olaydan alan The King's Speech, tahta geçmek üzere olan VI. George'un hayatının bir dönemine ışık tutarak, Birleşik Krallık'taki "taht kavramını" inceliyor.

VI. George; tahtın, ağabeyinden sonraki varisidir. Babası ölüm döşeğindedir ve yaklaşmakta olan bir savaş vardır: II. Dünya Savaşı. Babasının beklenen ölümünün gerçekleşmesi ve ağabeyinin de bir kadını tahta tercih etmesi sebebiyle krallık sıradaki varise, yani VI. George'a kalmıştır. Fakat VI. George'ta, Kralın en önemli görevlerinden olan -belki de tek görevi- halka seslenişi yapamama gibi bir durum vardır. Ve bu duruma sebep de: VI. George'un kekeme oluşudur.

Tahta geçmeden evvel bir çok kıdemli doktorla bu özrü üzerine çalışan VI. George, olumlu bir sonuç alamayınca, karısının de önermesiyle konuşma terapisti Lionel Louge ile temasa geçer.

İkinci dünya savaşının başlaması ve ağabeyinin gidişiyle tahta oturan VI. George, acaba kekemeliğini dizginleyip, savaş öncesi morale ihtiyacı olan halkına düzgün bir İngilizce'yle seslenebilecek midir?

"Film daha fazlasını anlatıyor..."

Konusu itibariyle film belki yukarıdaki gibi özetlenebilir. Fakat film, kendi içinde birçok dala ayrılarak, çok farklı konulara da temas ediyor. Krallık kavramı her şeyden evvel filmde tartışmaya açılıyor. Filmin bir yerinde VI. George: "benim nerem kral? Ya da kralın ne önemi var ki? Ne vergi koyabiliyorum, ne de yasayı
belirleyebiliyorum... Hüküm veremeyen bir krala, söyler misiniz, ne ihtiyaç var?" gibi acıklı bir cümleyle, Birleşik Krallık'taki monarşinin sadece sembolik bir yanı olduğunu vurguluyor.

Filmin alt metniyle gizliden gizliye bir baskıcı rejim hikayesi de anlatılıyor. Yalnız bu öyle bildiğimiz baskıcı rejimlerden değil! The King's Speech'te bize anlatılan baskıcı rejim; tahtın son varisinin, günümüz Kraliçesi II.Elizabeth'in babasının, yaşam boyu önce babasından, sonra da ağabeyinden gördüğü baskıcı rejim... Solak olmanın o dönem asalet kaybı olarak kabul edilmesi sebebiyle; solak doğan VI. George'un babası tarafından sağ elini kullanmak zorunda bırakılması, ağabeyinin VI. George'a karşı olan otoriter yaklaşımı... gibi tutumlar VI. George'un kekeme olmasına yol açıyor.

Yani baskıcılık içinde baskıcılık diyebiliriz.




"Film başarıda kollektiviteye de göz kırpıyor"

"Bir kral hata yapmaz, çünkü dini arkasına almıştır. Yaptığı her hareket, attığı her adım, sanki Tanrı'nın gölgesindedir ve bu onun hata yapma payını sıfıra düşürür." Böyle baktığınız zaman cümle inandırıcı gelebilir. Ama bu filmde bir kralın zaafları gözler önüne seriliyor. Hayır, katil oluşu sebebiyle, günahlardan günah beğenmesi sebebiyle değil; son derece insani ve herkeste olabilecek zaaflardan söz ediyorum. Kekemelik, aile baskısı, sorumluluk almak da bir tercih meselesi olmasına rağmen bunun anlaşılmaması gibi...

"Hiçbir kralın böyle derdi olmaz" düşüncesini yalanlar biçimde VI. George, filmde konuşacak birisine ihtiyaç duyuyor. Ve bu dertli halinde onun yanında olan bir karısı-çocukları, bir de Avustralya asıllı terapisti var. Film, kralın bile tek başına olamayacağını, mutlaka birileriyle ortak hareket etmesi gerektiğini açık bir biçimde gözler önüne seriyor.

Demokrasi adına ve yaklaşan tehlikelerin farkında olabilmek adına (Hitler'in gelişine dünyanın fazlasıyla seyirci kalması gibi...)önemli mesajlar barındıran bu film: Colin Firth (VI. George), Helena Bonham Carter (Kraliçe Elizabeth) ve Geoffrey Rush'ın (Lionel Louge) muhteşem performanslarıyla dolu dolu iki saat geçirttiriyor izleyiciye.

Fragmanlarından hissettiğim The King's Speech'in bir komedi filmi olduğuydu, fakat tam tersi, otoritenin ve kuvvetin verdiği yalnızlığın en soft biçimde ifadesi The King's Speech.

Tanınmamış bir yönetmen, tanınmamış senaristlerin elinden çıkma bu filmle ilgili en önemli sorum şu:
"acaba Kaddafi'nin bugünkü seslenişi The King's Speech'e Oscar'ı getirir mi?"


0 yorum :

Yorum Gönder