The Fighter

22 Şubat 2011 Salı

The Fighter


"Her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır", "cennet annenin ayakları altındadır" ya da "kardeşine güven!" gibi basmakalıplaşmış maço cümlelerin pençesinde kıvranan topluma tek cevap: The Fighter.



Son yıllarda izlediğim belki de en güzel Oscar adayı filmdi The Fighter. Hem de David O Russell diye pek de tanımadığım -bu benim eksiğim- bir yönetmenin elinden çıkmış olmasına rağmen... Son derece sürükleyici, kimi zaman hareketli konusuna rağmen durağanlık izleri taşısa da kendini toparlamasını iyi bilen, iki saatin nasıl geçtiğini izleyiciye hissettirmeyecek kadar misafirperver, sert bir film.

Hayata dair belki de bir başkaldırı. Tabuları yıkma yönünde atılmış bir adım. İşin aile olmaktan çok; "iyi" aile olmaktan geçtiğinin vurgulandığı bir manifesto. Doğrularınız uğruna ve varoluşunuzu savunmak adına karşınıza, eğer şartlar bunu gerektiriyorsa; aileniz de olsa almanız gerektiği gerçeğinin beyaz perdeye yansıtılmışı...

Peki bir soru? Bugün bir film festivaine gidiyorsunuz ve yalnızca bir tane film izleme hakkınız var. Önünüze on filmlik bir katalog koyuyorlar ve sizden detaylı bir okuma yapıp o gideceğiniz filme karar vermenizi bekliyorlar. Kataloğu aralayıp teker teker filmleri inceliyorsunuz: konusu neymiş, kim yönetmiş, senaristi kim, oyuncular kim vs... Dokuz filmin detaylarını inceledikten sonra karşınıza The Fighter çıkıyor. Bakıyorsunuz...

Konu:
Micky Ward (Mark Wahlberg) genç ve yetenekli bir boksör fakat kalitesine rağmen çıktığı çoğu maçı kaybediyor, bir türlü beklenen sıçramayı yapamıyor. Bunun başlıca sorumlusu ağabeyi Dicky Eklund (Christian Bale). Dicky eski bir "yerel" şampiyon. Ona bu ünvanı getirense üzerinde şaibe taşıyan bir boks maçı -rakibinin ayağının kaymasının nakavt oluşunda büyük etkisi olduğu söyleniyor...-

Dicky, eski boksör olduğundan kardeşini müsabakalara hazırlıyor, antrenör olarak kardeşini çalıştırıyor. Fakat gerek disiplinsizliğiyle, gerekse uyuşturucu bağımlılığıyla kardeşine hep destekten çok köstek oluyor. Kardeşinin kilosunda olmayan rakiplerle mücadeler ayarlıyor ve parlamaya hazır bir yeteneği köreltip duruyor.

Micky'ninse karşısındaki tek ayakbağı ayabeyi değil: menejerliğini yapan annesi, işi bilmeyen ve dolduruşa gelmeye pek müsait kardeş-teyze-halaları...

Ardarda maçlar kaybederken Micky, biraz da çok sevdiği ve onun gerçekten iyiliğini isteyen babası sayesinde bir kızla tanışıyor: Charlene (Amy Adams). Bu kız Micky'nin etrafında olup biteni çok rahat bir şekilde fark edip, Micky'nin bazı radikal kararlar alması yönünde Micky'yi teşvik ediyor.

Kardeşinin işlediği bir suç nedeniyle hapse girmesiyle başı rahatlayan Micky de, doğru bir çalışma ve özveriyle, babası dışında tüm ailesinden gelen tepkilere ve caydırıcı eğilimlere rağmen aradığı/beklediği başarıyı yavaş yavaş elde ediyor.

Gelgelelim ki şampiyonluk müsabakası gelip çattığında ağabeyi Dicky serbest kalıyor ve başına tekrar "musallat" oluyor.

Yaşanmış bir hikayeden temellenen bu filmde Micky'nin şampiyonluk mücadelesinden çok; insanoğlunun başarıya giden yoldaki dış etmenlerle mücadelesi gözler önüne seriliyor.

Yönetmen:

David O Russell. 
I Heart Huckabees, Flirting with Disaster ve Three Kings başlıca çalışmaları. Bilindik ödüllerden hiçbirine ulaşmışlığı yok. Adaylıkları da filmografisi kadar kısıtlı.

Senaristler:

1-Scott Silver. 
 Pek bilindik bir metne imza atmışlığı yok. 8 Mile'ın senaristi. (bu iyiye işaret mi bilemiyorum)

2-Paul Tamasy.
Bir zamanlar pek meşhur olan kahraman köpek filmlerinin çoğunun altında bu senaristin imzası var. Yine pek çekici bir repütasyona sahip olduğunu söyleyemeyeceğim...

3-Eric Johnson.
The Fighter ilk deneyimi.

4-Keith Dorrington.
The Merger diye adını hiç duymadığım bir filmin senaristi. Bunun dışında tek deneyimi The Fighter.


Başrol Oyuncuları:

Mark Wahlberg:
The Italian Job, The Departed, Max Payne, Invincible ve Boogie Nights'tan tanıdığımız bir aktör. Başrol oynamak için yeterli mi?

Christian Bale:
Hangi rollerde, ne kadar büyük bir başarıyla oynadığını söylemeye gerek yok. Bu zaten fazlasıyla aşikar. Yalnız belki bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: "Bu kadar iyi bir aktör, nasıl olurda bir filmde yan rolde oynar? Bu filmin o denli iyi olduğunun mu, yoksa ne yaptığını bilmeyenlerin işi olduğunun bir çeşit kanıtı mı?"

***
Yukarıda yazanları katalogtan okuduğunuzu düşünerek The Fighter'ı katalogta yazan diğer filmlerden ayrı tutup, tek bilet hakkınızı bu filme mi harcarsınız? (Soruyu; diğer filmlerin arasında Oscar adayı yapımların olduğunu gözeterek soruyorum)

İşte tüm bunları düşünerek, belki de biraz ön yargıyla başladım The Fighter'ı izlemeye ve film bittiğinde karar verdim: sorumun sadece son kısmında bir değişiklik yapmam gerekiyordu. "Harcarsınız" kelimesi yerine "değerlendirirsiniz" sanırım daha doğru olurdu... The Fighter başlıbaşına bir film ve eminim ki hangi katalogta yer alırsa alsın; güvenilmesi, mutlaka görülmesi gereken bir film.

Demek ki izlenecek olan filmin kapağına bakmak yetmiyormuş. Nasıl ki Robert De Niro ve Al Pacino bir filmde oynayıp, ortaya vasat bir iş çıkarabiliyorlarsa; yepyeni tipler çıkıp başdöndürücü yapımlara imza atabiliyorlarmış... Ne yapalım, öyleymiş...

Peki ya adaylıklar?

The Fighter'ın Oscar yolunda ne yapacağı hakkındaki yorumumu aday tüm filmleri izledikten sonra yapacağım. Yalnız Christian Bale'in muheşem yorumunu Oscar jurisinin gözden kaçıracağını "hiç" zannetmiyorum.

Bir de ilginç detay: Akademi Ödülleri'nin boks filmlerini çok sevdiğini hepimiz biliriz. Million Dollar Baby ve Raging Bull (en azından De Niro açısından) bunlardan sadece iki tanesi. Bence bu seneki Oscar'lar hakkında tahminde bulunurken bu küçük bilgiyi mutlaka akılda tutmak gerekir.

10...9...8...7...6...5...4...3...2...1..
NAKAVT!

0 yorum :

Yorum Gönder