127 Hours

21 Şubat 2011 Pazartesi

127 Hours









17 Ağustos depreminden sonra bir kısım muhafazakar kesim "bu bize Allah'ın bir mesajı, neden hala  akıllanmıyoruz!" diye şeriatister sloganlar atarak yürüyüşler yaptı ve bilimsellikten uzak bir bakış açısı sundu topluma. Peki ya o korkunç depremi, biz insanoğlunun doğaya verdiği zararların bir çeşit faturası olarak algılamak gerekiyorsa?


Transpotting, The Beach ve Slumdog Millionaire filmlerinin yönetmeni Danny Boyle ile yolum tekrar "hazır Akademi Ödülleri'ne bir hafta gibi bir süre kalmışken tüm aday filmleri kendi sinemam olan Ukde Sineması'nda izlesem ve ödül sahiplerini kendim belirlesem fena olmaz mı?" diye düşünürken kesişti!

Ukde Sineması yoğun bir haftaya, Aslı ile birlikte verilen bir "kendi ödüllerini, kendin belirle!" kararıyla başladı. Hafta boyu Oscar'a aday gösterilmiş tüm filmler izlenecek ve ödüllerin "bizce" sahipleri belirlenecek. Bu sayede Aslı "X" der, ben "Y" dersem ve eğer "Y" kazanırsa Aslı bana; "X" kazanırsa ben Aslı'ya bir şeyler ya ısmarlayacak, ya alacağım -henüz iddianın ne üzerine olduğunu belirlemedik...

Bu bağlamda ilk film 127 Hours idi. Elbette bu filmin seçilmesinde filmi beraber izlediğim babamın büyük etkisi vardı. Nerede bilmiyorum, ama bir yerlerde Nasuh Mahruki'nin bu filmi çok beğendiğini ve mutlaka izlenilmesi gerektiğini belirttiğini okumuştu: onu kıramadım -zaten hafta içinde bir gün izleyecektim...

127 Hours; yaşanmış bir olaydan uyarlama bir macera -dağcılık- filmi. 

Aron Ralston (James Franco) bir kanyonda çeşitli tırmanışlar yaparken bir kaza geçirir ve hiç akla hayale gelmeyecek bir şekilde sağ kolu bir kayaya sıkışır. Kolunun üzerine düşen ve oraya adeta yapışan kaya bir türlü hareket etmez ve Aron Ralston kendisini bir anda doğanın kucağında bulur. Ralston'ın önünde iki seçenek vardır; ya büyük bir yürekle, sıkıştığı yerden kurtulabilmek için kolundan vazgeçecek, ya da hayata veda edecektir.

127 Hours, bir çeşit doğayla mücadelenin filmi. Doğayla mücadelenin imkansızlığının, doğa ile mücadelenin gereksizliğinin filmi. Bir çeşit asıl hükmedenin kim olduğunun farkındalığına varma gerekliliğinin filmi... 

İki dev kaya kütlesinin arasında kaldığı zaman ağlamaya başlayan, bir damla suya muhtaç olduğunda sidiğini içen, suratına tırmanan karıncalara karşı aciz kalan ve kalmaya mahkum olan insanoğlunun filmi.

Film bu yanlarıyla çok güzel. Fakat maalesef bir de Danny Boyle'un, aslen İngiliz olmasına rağmen ABD film endüstrisine bağımlılığı var ki, sormayın gitsin... İki dev kaya kütlesi arasında mahsur, tek elini kesme olasılığıyla karşı karşıya kalmış; her an ölecekmiş gibi yaşayan James Franco (Ralston demiyorum çünkü onun böyle yapmamış olma ihtimaline daha çok inanıyorum), o zor anlarında meşhur, kofti Amerikan partilerini, seksi ve ailesini düşünüyor... Peki yahu madem bu adam bu hayatı bu kadar seviyordu, bırakın bu maceraya kalkışırken geride bıraktıklarını haberdar etmeyi, yanına bir telefon olsun almaz mıydı? (uyanıklık edip telefonun o bölgede çekmediğini ve Franco'nun yanına bu sebepten telefonunu almadığını söylemeyin çünkü filmde dediğimi destekleyici ve benim buradan söyleyerek izlemeyenler için büyüyü bozmaya yeltenmeyeceğim kanıtlar mevcut)

Sürekli markası gözüken kameradan, ya da meşhur spor markasının adını bas bas bağıran kol saatinden bahsetmeye lüzum var mı?

Keşke doğanın önemini anlatmaya çok uygun bir yapısı olan bu güzel hikaye, şu meşhur Amerikan Rüyası'nın eline düşmeseymiş...

James Franco'ya ayrı bir parantez açmak gerekir sanırım. Milk ve Spider Man serisi, Franco'nun kariyerindeki belki de en önemli beyaz perde deneyimleri ama ilk defa kendisini ağır ve takip edilme garantisi olan bir yapımda görüyoruz. Bilhassa bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı sahnelerde, bu zor rolün altından kalkabilmek için kullandığı teknikler muhteşem -ezber kağıtlarını sette kaybetmek ve o klostrofobik havaya tamamen girmeye olabildiğince gayret etmek gibi... Kısacası Franco'nun performansı göz kamaştırıcı ve yaşı için de Oscar adaylığı umut ve güven verici olmalı.


Uzun lafın kısası: 127 Hours, içi pek dolu bir hikayenin Holywood süzgecinde kaybolup gitmesidir... O güzel çekimler, canım konu çöpe gitmiştir. Fakat tabii bu filmi ABD sinemasının nasıl bağrına basacağı da ayrı bir merak konusu...

0 yorum :

Yorum Gönder