La Science des Rêves

26 Temmuz 2011 Salı

La Science des Rêves


Gael García BERNAL, 'Stéphane' rolünde


Louis Chedid diye bir müzik adamı vardır. İşinde başarılı olmasının yanı sıra, sanat dünyasına Matthieu Chedid gibi bir 'yetenek küpü' evlat hediye edecek kadar da iyi bir babadır... Louis Chedid'in babası meşhur yazar Andrée Chedid'tir... Bu üç nesil sanatçı aile, genelde eserlerini Fransız dilinde vermişlerdir, fakat hepsi Cezayir asıllıdır... Yani; sömürgelerdir. Yani, ezilmişlerdir. Yani, emperyalizm nedir, gurbet nedir iyi bilirler. Yani savaş nedir, gayet iyi bilirler!..

Louis Chedid 2006 yılında 'Le Soldat Rose' adlı bir müzikalin kadrosunda bulundu, müzikalin bestelerini yaptı. Le Soldat Rose, yani 'Pembe Asker'... İsmini tercüme edip bırakmam, sanırım müzikalin 'savaş karşıtı' duruşunu yansıtmak için yeterli bir eylemdir...

Gael García Bernal

Müzikalin şarkıları, birbirinden ünlü Fransız şarkıcılarca yorumlanıyordu ki; 'müzikal' gibi zor kabul gören bir tarz, toplum tarafından daha rahat benimsensin, müzikalin mesajı alabildiğine yayılsın.

15 şarkılık müzikal cd'sinin en etkileyici şarkılarından biri, Alain Souchon'un seslendirdiği: Lunettes Bleues, Lunettes Roses (mavi gözlükler, pembe gözlükler).

Alors on a perdu ses yeux d'enfants 
Ces lunettes bleues , lunettes roses , 
Pour regarder le monde autrement 
Un beau jour on les pose négligemment 
Ces lunettes bleues , lunettes roses 
Et nous voila devenus grands *



*Öyleyse çocukken sahip olduğumuz gözlerimizi yitirdik,
Dünyaya farklı bir şekilde bakabilmek için ihtiyacımız olan
Şu mavi, şu pembe olan gözlüklerimizi yitirdik.
Bir gün geldi bıraktık bir köşeye,
Şu mavi, şu pembe olan gözlüklerimizi, yitirdik.
Ve işte sonunda biz de büyüyüverdik.


La Science des Rêves, her ne kadar fiziksel olarak büyüse de hala, inatla bir çocuk ruhuna sahip olmayı başarabilen ve bu sayede etrafındaki çoğu kimseden farklı bir yaşam süren Stéphane Miroux'nun (Gael García Bernal) hikayesini anlatıyor.


Bernal ve Gainsbourg


Stéphane, Meksika'da yanında yaşadığı babasının ölümünün ardından, Paris'te yaşayan annesinin yanına gitmeyi, bir süre orada kalmayı kabul eder. Paris'te küçük bir apartman dairesine, annesinin yanına yerleşir. Küçük dairenin karşısındaki daire de, Stéphane'ın annesine aittir ve orada yaşayan ve Stéphane'ın aşık olacağı kız Stéphanie de (Charlotte Gainsbourg) haliyle Stéphane'ın annesinin kiracısıdır.


Stephane'ın bir özelliği vardır: sık sık rüya görür ve rüyalarından o kadar zevk alır ki, kendisini tamamen rüyalarına teslim eder, kimi zamanlar 'rüya' ile 'gerçeği' ayırt etmekte güçlük çeker. Bu her ne kadar Stéphane için keyif verici bir durum olsa da, genelde onun çevresi tarafından dışlanmasını, toplumdan kopmasını ve yalnızlaşmasını tetikler.





'Çevre' dediğimiz bu geniş alanın içine Stéphanie'yi de eklemek pekala mümkün. Stéphanie Stephane'dan çok hoşlanır ancak, Stéphane'ın kendi dünyasındaki yaşamını gördükçe biraz tedirgin olur ve o da çoğunluk gibi Stéphane'a temkinli yaklaşır. 


Sürekli renkli rüyalar gören, kimi zaman hayatta karşılık bulamadıklarına rüyalarında karşılıklar türeten Stephane, çaresiz, rüyalarının kapılarını Stéphanie'ye açmak zorunda kalır. Film de işte burada başlar zaten! Acaba Stephanie, içinde yaşıyor olduğumuz 'büyüklerin dünyasını' bir süreliğine olsun bir kenara bırakıp, 'hayaller alemine' sevdiği erkekle birlikte yelken açabilecek midir?..


***
Film Oscar ödüllü Michel Gondry'nin elinden çıkma. Şahsen, yönetmenin Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmini çok beğenmiştim. Ancak orada beğendiğim; filmin yönetilişinden, ya da oyunculuklardan çok dahiyane senaryoydu. Ortada çok kuvvetli bir metin vardı. Onun dışında basmakalıp oyuncu Jim Carrey'i beğenecek değildim herhalde... Gerikalan her şey de, tıpkı Carrey gibi vasattı.

Yönetmen hakkında nihayi kararı verebilmek için bir iki filmine daha gözatmak gerekiyordu, bunlardan biri işte bu La Science des Rêves filmiydi ve karar net: Michel Gondry anca vasat bir yönetmen.

Filmin ilerleyişini gördükçe, aklımdan Tim Burton'ın aslında ne kadar külfetli bir işin altından kalktığını düşündüm. Herkes onun gibi olamıyor demek ki, deneyen de işte bu vasat yönetmen gibi eline yüzüne bulaştırıyor. Filmin tarzıyla Burton'ın sinema tarzı aynı, ama beyaz perdeye yansıyan maalesef sıradan bir film. Keşke filmi Burton çekseymiş!

Gael García Bernal

*Lütfen filmi izleyen ve beğenmeyenler aynı senaryonun bir de Tim Burton'ın elinde nasıl şekilleneceğini düşünsünler.
*Bernal, büyük yetenek! Gainsbourg, yalnızca uyumlu.
*Filmin asıl parlayan yıldızı Alain Chabat idi. Bilhassa esprileri muhteşemdi.
*Alain Chabat: "Arkamda kalıcı bir şeyler bırakmak gibi bir derdim yok... (Gaz çıkartır) Bunun dışında!"
*Filme dair en beğenmediğim nokta; sürekli iç mekanlarda geçiyor oluşu. Her sahnenin kapalı mekanlarda geçmesi, derin bir sıkıntıya ve boğulmaya yol açıyor. Bu açıdan bir bunaltı hissi hakim filme. Bu bunaltıdan, rüyalar aracılığıyla çıkarma fikri güzel olabilir -eğer varsa- ancak onu da yönetmen piç etmiş...

*The Velvet Underground'un "after hours" isimli şarkısının filmde Bernal tarafından seslendirilmesi çok hoştu.
*'Gözlerini kapat, kalbini aç', filmin mottosu. Yeter de artar bile!



0 yorum :

Yorum Gönder