The Big Lebowski

18 Temmuz 2011 Pazartesi

The Big Lebowski







Bir kaç ay evveldi. Uykusu kaçmış bir vaziyette yayılmıştım televizyonun karşısındaki koca koltuğa. Saat sabaha karşı bilmem kaç, hiç bir şey düşünemiyorum; hareket dahi edemiyorum. Mayışmanın mayışıklığı tetiklediği gecelerden... Sıcak mı sıcak!.. Şu evin duvarlarını kırsam acaba içeriye, tam yüzüme doğru bir serinlik eser mi, diye düşünmeye başlıyorum ki karşıma Conan O'Brien çıkıyor!.. Önce heyecanlanır gibi oluyorum, sonra aklıma Conan O'Brien Jay Leno çekişmesi geliyor, Leno'nun tarafını tutar gibi O'Brien'dan vazgeçiyorum. Derken O'Brien, pek benlik olmayan esprilerini yapıyor ve sıra konuklarını açıklamasına geliyor... Kızıl kafa patlatıyor bombayı: "Jeff Bridges is the first guest tonight on the Tonight Show with Conan O'Brien!". 


The International filmine ilişkin yazımda belirtmiştim, kimi zaman Ukde Sineması'nda izleyeceğim filmleri ben belirlemiyorum 'evren' belirliyor, diye -işin aslı; durumu tam bu cümlelerle ifade etmemiştim, ama her neyse- The International filmini Çetin Altan'ın bir yazısında görmüştüm ve öyle karar vermiştim Ukde Sineması'nda o gece hangi filmi izleyeceğime.

The Lebowski Dream

'The Big Lebowski' filminin Ukde Sineması'na taşınış hikayesi de aynıdır.

'Türkiye'de pek alışık olmadığımız türden.'


'Absürt komedi' dendiği vakit, hepimiz onlarca Türk fıkrası yahut hikayesi anlatabiliriz. Bu toprakların alışık olduğu bir komedi türüdür, her ne kadar ismi Fransızca'dan gelme olsa da... Yüzyıllara dayanan edebiyatımızda, çınar gibi sağlam tiyatromuzda hep görmüşüzdür 'absürt komedi' örneklerini.

Fakat son dönemlerde Türkiye artık biraz farklı bir minvale oturttu kendini. Yine absürt komedi emarelerini net bir biçimde gördüğümüz komedyenlerimiz, yeni nesil Türk filmleri, diziler, radyo şovları ve hatta reklamlar yok değil, var; ancak biraz dejenere olmuş halleriyle karşımızdalar, batılılaşmışlar... Bu kötü bir şey değil elbette... Sonuçta televizyona, beyaz perdeye yapılan tüm popüler kültür işlerinde pragmatik bir yaklaşım benimseyenlerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla; hatta çoğunluktalar. Haliyle "artık insanlar Karagöz-Hacivat'tan bıktılar, bak adamlar Amerika'da neler yapıyorlar; ya da şu Fransız'ın üslubuna bakın!.." diye düşünüyor ve ürünlerini 'modern' kriterleri göz önünde bulundurarak veriyorlar.

Sanat, bu kadarını kaldırır mı?.. Ya da: kendi sanatımızı geçmişinden kopararak iyi mi ediyoruz?.. Bunlar başka konunun soruları.

Ben şimdilik sadece The Big Lebowski'nin 'türüne' giriş yapıyorum, hepsi bu!..

***

Jeffrey Lewbowski'nin (Jeff Bridges), nam-ı diğer: 'The Dude' -Ahbap-, son derece sade hayatından bahsedelim biraz. Tek hobisi bowling olan, etliye sütlüye karışmayan, savaşlardan bakmış ve kendi yağında kavrulan bir adamdır 'Dude'... Yakın arkadaşları Walter Sobchak (John Goodman) ve Theodore Donald Kerabatsos ya da kısa adıyla 'Donny' (Steve Buscemi) ile her gün bowling oynamaya gider Dude. Süt içmesini sever... Toplumdan kopuk yaşar... Kurallara uygun giyinmek nedir bilmez, fakat 'bence' giydiği her şeyi de kendine yakıştırır. Nerede nasıl konuşacak, insanlara nasıl davranacak v.b... bilmez. Bilmesinin de bir işe yaramayacağını düşünür. Çünkü dünyadan bir beklentisi yoktur. Dedim ya: kendi yağında kavrulan, aza karar çoğa zarar gözüyle bakan bir 'hippi'dir Dude.

John Goodman ve Jeff Bridges

Bu anlattığımız 'The Dude' idi. Bir de Jeffrey Lebowski-The Big Lebowski var!.. 

Milyoner. Yürüme engelli. Dev bir evde yaşıyor. Yardımcısı, sağ kolu Bay Lebowski'nin her işini görüyor zaten: Brandt (Philip Seymour Hoffman).

Peki bu iki uç insan nasıl buluşurlar; yalnızca isimlerinin aynı olmasında mı?

Günün birinde Dude evinde istirahate çekilmişken kapısı kırılır ve içeriye üç-beş haydut girer. Garip bir aksanla, Dude'u The Big Lebowski ile karıştırarak kendisini tehdit ederler "kızın bizde, ya bize şu kadar para verirsin ya da seni gebertiriz!".

Dude ne yapar ne eder, uzun süre bu çeteye bir isim benzerliği yüzünden, büyük bir hata yaptığını anlatamaz. Sonunda olan çete elemanlarından birinin giderayak evin ortasındaki halıya işemesiyle halıya olur...

Film işte burada başlıyor. Dude'un tek istediği, The Big Lebowski'den halısının parasını almak ve miskincesine yaşadığı hayatına geri dönmektir. Fakat işler hiç de Dude'un istediği gibi gitmeyecektir. Olaylar karıştıkça karışacak, bir kapıdan bir diğer kapı çıkacak, Dude'un hayatı arap saçına dönecektir!..

Bu derinlemesine yolculukta, Dude'un hikayesinin karışmasına sadece karşı taraf sebep olmayacaktır: Dude'un yanıbaşındaki Walter da, bir o kadar Dude'un hayatını karmaşık hale getirecektir. Fazla anlatamıyorum, ama izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Lastik Sandaletler

Filmde Hoşuma Giden Noktalar:

*Dude, film boyu karşısına çıkan her nihiliste -hiççi, nihilizm; hiççilik- fevkalade şaşırıyor. Oysa kendi görüşleri ve yaşam tarzı tam anlamıyla bir hiççinin yaşam tarzı. Yani kendi felsefesini başkalarında görünce yabancılık ve algılamakta güçlük çekiyor. Burada acaba bir mesaj mı aramak gerek? Gerçek nihilist, felsefesine ad koyma gereği duymaz; çünkü zaten buna gerek olmadığına çoktan karar vermiştir!.. Yahut biraz da zorlarsak, nihilistin bir felsefesi olduğuna inanmasına da gerek yok ki!.. 

*Jeff Bridges'ın neredeyse film boyunca ayağından çıkarmadığı lastik sandaletler. Bunlardan bir ara Türkiye'de de çok vardı. Bir ara neredeyse tüm bebeklerin ayağında bu sandaletlerden görebilirdiniz. Bende de vardı ne yalan söyleyeyim!.. Bu durum filme ısınmamı sağladı. Koca adamın, bu kadar başarılı bir aktörün ayağında benim anca bebekken giydiğim sandaletlerden olması, çok hoşuma gitti. Şimdi bulsam bu sandaletlerden, alırım gibi geliyor!..

*Aslında filmin baş karakteri Jeff Bridges'ın oynadığı The Dude karakteri, kuşkusuz. Ancak bence baş rol John Goodman'da! Oynadığı karakter olmasa, emin olun filmin hayatta tadı çıkmazdı. Jeff Bridges'ın karakterini anlamlı hale getiren oyunculuk burada kesinlikle John Goodman'da.

Eğer buna benzer bir rüya gördüğünü iddia eden bir arkadaşınız olursa,
arkadaşlığınızı gözden geçirin!
*Emir Kusturicavari rüya sahnelerine tam anlamıyla bittim!..

*White Russian, The Dude'un film boyu içtiği Baileys benzeri içki-görüntüsü itibariyle, ağzımı sulandırdı!.. Hemen iyi yapıldığı bir yerde bu içkiden tüketmeliyim!..

*Coen kardeşlerden böyle bir film çıkabileceğine inanmazdım. Son dönem işlerine hayranım. Hem True Grit, hem No Country for Old Men tam benlik filmler. The Big Lebowski başka bir tarz ama çok hoşuma gitti. Böyle bir film yapmayalı yıllar olduğuna göre, bence Coen biraderlerden benzeri bir film denemesi, sinemaseverin hoşuna gidecektir.

Jeff Bridges ve masasında White Russian! 

*1998 yılında yapılmış olan bu film, her ne kadar bir komedi türü örneği de olsa; içinde çok ciddi mesajlar da barındırıyor. Savaş karşıtlığı konusundaki kesin çizgisi ve bilhassa o dönem Amerika'sını ciddi manada eleştirel bir bakış açısıyla anlatması, film adına akılda kalan takdire şayan bir özelliklerdendi!

0 yorum :

Yorum Gönder