The International

17 Temmuz 2011 Pazar

The International


Clive Owen ve Naomi Watts

7 Temmuz Perşembe günü Çetin Altan, Milliyet gazetesindeki yazısında ülkede olup biten saçma sapan işleri, muhteşem ince bir üslupla, kendine yakışır bir karmaşıklıkla, 'kimseye ses etmeden' anlattı... Güzel bir  yazının muntazamlığına yaraşır, inci gibi dizdiği satırlarını da bir öneriyle bitirdi: Altan milletvekilleri üzerinden bizlere 2009 yapımı 'The International' filmini izlememizi sağlık veriyordu. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, misali... Usta'yı kırmak olmaz, dedik, filmi Ukde Sineması'na taşıdık!..


The International filmi için bir tür 'modern Don Kişot' yahut 'günümüz İnce Memed'i' benzetmeleri yapmak pek de yanlış olmaz; nitekim karıncanın fille mücadelesi anlatılıyor filmde. Fil ne kadar iri cüssesiyle göz korkutucu olsa da, karınca da bir o kadar zeki; şayet bir kez hamlemi doğru yere, tam kulağına yaparsam, fili devirmemem işten değil, diye düşünüyor.

Louis  Salinger (Clive Owen) bir İnterpol ajanı. Görevi; ortağı Eleanor Whitman (Naomi Watts) ile birlikte, giderek yasa dışı işlere bulaşan ve bulaştıkça da güçlenen bir 'uluslararası' bankayı, suçluluğunu kanıtlayarak adalete teslim etmek. Elde kuvvetli deliller yok değil, var; ancak hiçbir şey yapılamıyor çünkü Salinger ne zaman bir hamle yapacak olsa, muhakkak önüne bir engel çıkıyor. Salinger'ın ya delilleri duman ediliyor ya da üstleri tarafından yolu kesiliyor.

Filmin son ve en önemli sahnesi 'İstanbul'da geçiyor.



'Peki bu banka, nasıl bir banka?'

Masum gibi duran bu bankanın kudreti dağları aşmış, hudutları ezmiş geçmiş vaziyette. Düşünün ki bu banka üzerinden kimi ülkelerin en etkili başkan adayları ortadan kalkıyor, kimi ülkelerin politikaları belirleniyor, tüm savaşlar kontrol ediliyor... Yani kısacası dünya bu banka üzerinden yönetiliyor!.. 

Salinger, kendi halinde bir İnterpol ajanı, işte bu bankaya ve bu bankada bulduğu açıklara saldırmaya başlıyor... Kolay değil tabii. Sistemin kendisini çökertmek güç iş. Hele ki sistemi sistem yapan, sistemin kendisi olduğu zamanlarda. Salinger'ınki akıntıya karşı kürek çekmek bir yerde!..

***
Bank of Credit and Commerce International, kısaltmasıyla BCCI... Hatırlayanınız var mı?.. 1972 yılında Pakistanlı bir milyarder tarafından kuruluyor. Kuruluşundan sonra o kadar hızlı bir büyüyüş gösteriyor ki, kısa zamanda dünya üzerindeki pek çok şehirde şube açıyor ve bu şubelerin toplamı 400 rakamını geçiyor. Bu büyüyüşte haliyle birilerinin parmağı olduğu, yıllar sonra ortaya çıkıyor...

'Bank of Credit and Commerce International'
logosu

80'li yılların sonlarına doğru bu özel banka hakkında kimi yasa dışı işlere bulaştığına dair iddialar atıldı ortaya ve banka yavaş yavaş itibarını kaybetti. Saddam Hüseyin'in ulusal gelirden aldığı paraları bu bankada tuttuğu, Arap teröristlere bu banka üzerinden yardımlar yapıldığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve kimi benzeri suçlara 'kılıflık' ettiği, bütçesinden özel yetkili devlet görevlilerine rüşvet verildiği gibi iddialar peşi sıra geldi ve sonunda bu özel banka, tüm 'özel yetkileriyle birlikte' tarihe karışmak zorunda kaldı. Bir sürü soruşturma görmesinin yanı sıra, belki de böyle bir filme ilham kaynaklığı da etti. Kim bilir?

***
Clive Owen, bir İngiliz olarak, Amerika'yı sallıyor mudur bilmem; ancak benim sinemada aradığımı verdiğini ve benim gibiler tarafından da takdir edildiğini düşündüğüm yeni nesil aktörlerden. Hem o, hem filmin yönetmeni Tom Tykwer, hem de filmin senaristi Eric Singer için enlemesine boylamasına bir övgü yazısı -bunu tam anlamıyla hak etmelerine rağmen- yazmayı düşünmüyorum. Tek söylenebilecek -filmi izlemiş olanlar anlayacaklardır- bu 'cesur' filmin kadrosunda yer almaya cesaret etmek dahi, bence sanat adına atılmış güzel bir adımdır. Buna saygı duymak, fazla laf ebeliği yapmamayı gerektirir.

(Bir önceki cümleyi tekrar okuduğumda ortaya sanki "oyunculuklar beş para etmez de filmin hatırına bir şey söylemiyorum" gibi bir cümle çıkıyor. Hayır, oyunculuklar çok sağlam; sadece filmde iyi performans göstermekten öte bu filmde oynamaya cesaret etmek başlı başına muhteşem bir olay! Buna dikkat çekmek istedim.)

***
Film hiç bir ödül alamamış adamakıllı. Alması da beklenemezdi zaten!.. Kaldı ki filmin kadrosunda yer alan kimsenin bir 'ödül' aşkı içerisinde bu filmi yaptığını düşünmüyorum. Düşünsenize, bir de bu film ABD'de tam 2009 krizi patlak verdiğinde gösterime çıkmış. Dalga geçer gibi!..

***
Şöyle bir yazımı yeni baştan okuduğumda bile kendimi iyi hissediyorum. Filmin öğreticiliği karşısında ağzım açık kalıyor!.. 'Sinemanın' öğreticiliği karşısında ağzım açık kalıyor!.. Büyüleniyorum. Ukde Sineması'nda izlediğim bir filme dair ne zaman bir yazı döşensem, sanki filmi tekrar izliyorum ve her sahnesini yeniden öğreniyorum. Öğrenmek için okumak var da, öğrenmek için yazmak da var.

Eğer bir nebze olsun paylaşabildiysem bunu, ne mutlu bana!..


Haluk Bilginer de oyuncu kadrosunda.

Dip Not: Filmin baş karakterinin isminin Salinger olması ve filmin sonu, en önemli kısmının İstanbul'da geçmesi hoştu. Ama medar-ı iftiharımız Haluk Bilginer'in yapmacık sakalı, 'keşke olmasaydı' dedirtecek cinstendi. 


0 yorum :

Yorum Gönder