Life of Pi
Life of Pi, Ang LEE, 2012 |
Okyanusaşırı bir yolculuk yaptığınızı düşünün. Koskoca bir gemidesiniz ve içinde bulunduğunuz gemi çeşit çeşit yaban hayvanla dolu. Bir gece fırtına bastırıyor ve geminiz batıyor. İçinizdeki maceracı ruha engel olamadığınız için siz de o sırada güverteye çıkmışsınız ve bu sayede mucizevi bir şekilde biraz sonra yaşanacak olan faciadan kurtuluyorsunuz. Okyanusun ortasında, ailenizin de içinde olduğunu bildiğiniz geminin görkemli batışını izlerken uzaktan, küçücük bir filikanın içindesiniz ve yalnız da değilsiniz. Filikada size eşlik eden bir orangutan, bir sırtlan, bir ölü zebra ve bir de Bengal kaplanı var...
Çoğu yazarın aradığı bir tattır, başlıca endişesidir insanın doğa ile olan ilişkisini metnine yansıtabilmek. Yaşar Kemal, Mahmut Makal gibi yazarlarımız, bizim ülkemiz açısından, bunu başarabilmiş edebiyatçılardır. Dört ciltlik İnce Memed eserinde Yaşar Kemal, Memed'in başına gelen her türlü sağlık sorununda Çukurovalıların doğaya sığındığını fevkalade geniş hazneli bir dille aktarır okuyucuya.
Bir kitaptan uyarlama olduğunu düşünürsek Life of Pi'nin, eserin yazarı Kanadalı Yann Martel'in de benzer bir arayış içerisine düştüğünü savunabiliriz.
Bir insan, günümüz dünyasının insanı, acaba doğanın göbeğinde kalırsa, neler yaşar? Neler yaşar?, sorusu bir kenara; nasıl hayatta kalır?
***
Life of Pi, Kamera Arkası |
Ben İstanbul'da yaşayan bir kimseyim. Çocukluğumun büyükçe bir bölümü bu koca şehirde geçti. Küçükken o yarım aklımla sorduğum bir "masum" soruyu anımsattı bu film bana: "annemin elinden tutmuş bir yerlere yürürken, yanından geçtiğim çöp kutularının yamacına birikmiş kediler, niçin beni, annemi gördükleri anda korkuyla dört bir yana kaçışırlar? Bunu neden yaparlar?"
İnsan doğa ile olan ilişiğini ne zaman kesti? Bu münasebet ne zaman son buldu?
Kentleşme, iyi güzel de, peki ya doğa? Kentler yaratma fikri mi doğayı öldürdü; yoksa doğa mı kentlere ayak uyduramadı?
En son ne zaman penceremizin önüne bir parça ekmek koyduk ki kuşlar yemlensinler?
Ne zaman o kuşlara bakarak "aman, sonra hepsi pervazlara pisliyorlar, arabalarımızın boyasını kaldırıyorlar bir şey değil!" demekten vazgeçtik? Dünyanın sonu mudur bir parça kuş pisliği?
Kediler nankördür, dedik. Ben bilirim, evet, bir parça öyledirler. Ama sahibine saldıran bir kediye sordunuz mu derdi ne, durduk yere mi atlamış sahibinin kasıklarına yani?
Kimi Avrupa şehirlerinde, mesela ilk aklıma gelen olduğu için söylüyorum Prag'ta, ağaçlara minik fileler içinde, top gibi nesnelerin asılı olduğunu gördüğümde çok şaşırmıştım. O sırada yanımda olan bir Çek dostuma nesnelerin ne olduğunu sorduğumda bana kuşlar için olduğunu söylemişti, filelerin içinde top şeklinde duran ağaca asılı nesneler, meğer ekmek bazlı yemlermiş...
Bu sistemi ülkemizde yaygınlaştırmak çok mu zahmetli? Çok mu pahalı? Ya da çok mu estetik dışı?
***
Soruya geri dönelim: bugün doğanın ortasında bir başımıza kalsak, hayatta kalabilir miyiz?
"Ne saçma soru, doğanın ortasında niçin tek başıma kalayım ki?" diye soranlara şu cevap verilebilir mi: "kışın araba motorunda uyuyan kediler, uçan kuşlar, sokakta gördüğün köpekler...vb. senin anlayışındaki bir medeniyetin ortasında kalmak zorunda mıdırlar peki? Sana bu hakkı, bu lüksü kim veriyor?"
On bir dalda adaymış Oscar'a Life of Pi. 3D izleme zevki kuşkusuz paha biçilmez. Ama bence asıl güzel olan, filmin seyirciye doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatması. Keşke bir nebze daha bu konuya vurgu yapsaymış yönetmen ya da yapımcı... Her kimse.
Oyunculuk falan bekleme zaten. Öyle bir alan yok filmde, aktör/aktrislerin meziyetlerini aktarabilecekleri. Başroldeki çocuk Suraj Sharma denemeye bile girmemiş rol için.
Filmden beklenti görsellik. Efektler ve hikaye... Semavi dinleri karıştırmak, üstüne de bir parça Hinduizm serpiştirmek, "her biri aslında aynı şeyi söylüyor, her biri aslında aynı öğretinin savunucusu!" gibi de bir mesaj... Al sana Hollywood filmi.
***
Son söz belki de "ne acı" olmalı. Böylesi haşmetli, böylesi heybetli, böylesi göze hitap eden görüntüleri, doğa görüntülerini artık sadece filmlerde görebiliyoruz. Çünkü bu dünyada adını işitmediğimiz ne kadar çok ada varsa, o adalara gidip, kendi kafamıza göre yaşama ihtimalimiz de bir o kadar az.
0 yorum :
Yorum Gönder