Anna Karenina

18 Şubat 2013 Pazartesi

Anna Karenina


Anna Karenina, 2012, Joe Wright


"Delirip, kendimizi trenin altına atmasak da, bence hepimiz ona -Anna'ya- benziyoruz. Hepimiz en sevdiklerimizi incitiyoruz, pişman olduğumuz şeyler yapıyoruz. Bunları kötü insanlar olduğumuz için değil, kendimizi her an kontrol edemeyen duygusal insanlar olduğumuz için yapıyoruz. Siz Anna'dan daha iyi misiniz? Gerçekten mi? Ben daha iyiyim diyemem. İyi bir insan olmaya çalışıyorum ama hatalar yapıyorum. Buna insanlık diyoruz."
Keira Knightley, Aralık 2012, Milliyet Sanat

2012 yapımı Anna Karenina filminin başrol oyuncusu Keira Knightley'nin Milliyet Sanat dergisinin 2012 Aralık sayısında yayınlanan röportajında, "Anna Karenina ile hangi konularda duygusal bağ kurabiliyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıt, romanın büyüklüğünü anlatır cinsten. Eserin içinde bir karakter var. Toplum tarafından pek kolay benimsenemeyecek türden eylemlerde bulunan, bir kadın karakter. Ve insan bu karakteri önce okuyor, sonra bir yargı getiriyor ama daha önce "anlıyor". Ve anladığı bu karakter üzerinden, kendine varıyor. Ellerinin arasında tuttuğu kağıt yumağının üzerinde destanı yazılı karakterle bir oluyor, onun yanına oturuyor, onun elini tutuyor ya da kendisine gelmesi için suratına kocaman bir tokat indiriyor. 

Roman sanatının en büyük arayışı ve kaygısı yüzyıllardır gerçekçilik olmuştur. Gerçeğe mümkün olduğunca yaklaşma, yaşadığımız dünya üzerinde bir dünya yaratma, ayıkken rüyaya dalma -işin garibi; ne kadar ayık olursan o kadar derin dalarsın bu rüyaya. Lev Nikolayeviç Tolstoy, 19. yüzyılın başında doğmuş ve takip eden yüzyılın başında işi uzatmadan göçmüş gitmiş Rus yazar, gelmiş geçmiş en büyük yazar olarak gösterilir. Lolita kitabının yazarı Vladimir Nabokov, koskoca Dostoyevski'ye burun kıvırırken, ABD'de ve dünyanın birçok yerinde verdiği edebiyat derslerinde Tolstoy'u baş tacı etmiştir.


Neden?

İşte bu dediğim sebepten. Bir romancı ki, eseri yayınlanmaya başladıktan tam 139 yıl sonra bir kez daha sinemaya uyarlanıyor ve en büyük bütçeli, klasik edebiyattan belki de en kopuk sinema ödüllerine tam 4 dalda aday oluyor. 

Neden?

Çünkü yazdığı eseriyle ne soğuk savaş tanıyor, ne kapitalizm-komünizm... Sınırlar ötesine geçiyor ve sizin sinemanız varsa, bizim de edebiyatımız var, diye bas bas bağırıyor.

Sebepler çoğaltılabilir ama tez hep aynı kalacaktır.



Jude Law

***

Pek bilindiktir ama yine de yazalım. Anna Karenina kitabı, 1870'lerin Rusya'sını anlatır. Toplumun en üst tabakasına mensup bir kadının, evli-çocuklu bir kadının, yasak aşkını hikaye eder romancı Tolstoy eserinde...(veya beyaz perdeye uyarlamasının yönetmeni Joe Wright ve senarist Tom Stoppard filmlerinde). 

Yüksek bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin (Jude Law) ile evli Anna Karenina (Keira Knightley), monoton ve sıkıcı hale gelmiş evliliğinden bıkarak Vronski (Aaron Taylor-Johnson) isimli bir kont ile yasak aşk yaşar. 

Başta tatlı gelen bu ilişki, yavaş yavaş Anna Karenina'yı hem ruhen, hem de fiziki olarak çok yıpratacak, hastalık kapılarına dayandıracak, sonunda da bu kuvvetli gibi görünen, ancak bir süre sonra artık daha fazla tahammül gücü kalmayan kadını, feci bir intihara sürükleyecektir.

Olay aslında işte bu kadar basit. Ama tabii söz konusu kitabın Türkçesinin 836 sayfa (İletişim Yayınları) olduğunu düşünürsek, hikayenin birçok yerde çıkmazlara girdiğini, dallanıp budaklandığını ve yaşanan bir olay üzerinden ayrıntılandırma yöntemiyle 19. yüzyıl Rusya'sını baştan aşağı resmettiğini hiç korkmadan söyleyebiliriz.

***

Notlar, Notlar...:


Set-Sahne
Anna Karenina-Kont Vronski


  1. Keira Knightley'nin "en iyi kadın oyuncu" dalında Oscar'a en azından aday olmasını beklerdim.
  2. Filmi izlemek hiç istemezdim. Vizyona girdiğinde de gidip izlemeyişim bundandır. Kitabını henüz okumadığım bir filmi izlemek, ancak Oscar'a aday olduğu takdirde gerçekleşebilirdi zaten... Allah'tan konu, edebiyatla ilgilenen herkesin bildiği bir konu da, kitabı okuduğumda yine aynı zevki alacağımı düşünüyorum.
  3. Filmin en ilginç yanı çekimleri. Film, Rusya'da bir klasik dönem filmi olarak değil de; baştan sona -kimi  üçük parçalar dışında- tiyatro sahnesinde çekilmiş. Oyuncular da sanki birer küçük kukla. Hepsi, görünmeyen bir yönetmenin direktifleriyle hareket ediyor. Filmin yönetmen tarafından bu şekilde yorumlanması, büyük bir yenilik tabii. Bu duruma başrol oyuncusu Keira Knightley de şaşırmış: "Joe Wright bana aklındakinden bahsettiğinde, bunun delilik olduğunu düşündüm. Filmle ilgili ilk konuşmalarımızda Anna Karenina Rusya ve İngiltere'de çekilecek, tamamen gerçekçi bir film olacaktı. Ama bütçe birkaç kez kesilince, Wright'ın yeni ayarlamalar yapması gerekti. Ardından filmi, St. Petersburg'da romanın birkaç başka versiyonunun daha çekildiği evde çekmek istemediğini fark etti. Sahne-set fikri aklına yattı. Çünkü 18. ve 19. yüzyıldaki Rus aristokrasisi, Rusça bile konuşamıyordu; Fransızca ve İtalyanca konuşuyordu. Bu insanlar Fransız evlerine benzeyen evlerde yaşıyorlardı. Kendi kültürleriyle hiçbir bağlantıları yoktu kısaca. İşte set-sahne fikri de, rol yaptıkları ve kimlik krizi geçirdikleri fikrine uygun düşüyor. Bu da, Joe'nun her zaman işlemek istediği bir şeydi ve filmi 'çağdaş' uyarlama haline getiren de bu özelliği oldu."
  4. Anna Karenina'yı henüz ben de okumadım. Ama herkese okumasını tavsiye ederim. "Anna Karenina çok uzun, okuyamam," diyenlere de Madame Bovary'yi öneririm, kitabın Fransız orijinali; ya da daha iyisi Aşk-ı Memnu var, aynı eserin "üzerinde ayıp olmasın diye bir parça oynanmış" Türk taklidi... Bunlar da okunabilir tabii...
  5. Böylesi meşhur bir eserin beyaz perdeye uyarlaması, edebiyatın sinema üzerindeki etkisini merak eden, çalışılmış oyunculuk nedir görmek isteyenler için zevkli olacaktır. Ancak, böylesi uzun bir romanın bir buçuk saatlik bir filme uyarlanması, kimi kafa karışıklıklarına yol açmamış da değil. "Şu kimdi?", "bunun konuyla ilgisi ne şimdi?" gibi sorular, hikayeyle alakası pek fazla olmayan kimselerin kafasına ara ara takılabilir. Filmi oldukça müsait bir zamanda izlemek, en doğrusu olacaktır.



0 yorum :

Yorum Gönder