Yaşamın Kıyısında

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Yaşamın Kıyısında



Sinemaya dair en sevdiğim şeylerden biri, bir film izleyip, o filmin değindiği noktadan yola çıkarak, sosyolojik bir tartışma içine dalmaktır. Üç gün evvel, Ukde Sineması’nda izlediğim ilk Türk filmi, işte bu hoşuma giden “tartışma”nın alevini körükledi.
Film; Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında adlı başyapıtıydı. Tokat gibi gelen filmler vardır ya; misal Nuri Bilge CEYLAN’ın 3 Maymun’u, işte öyle bir filmdi Yaşamın Kıyısında. Karman çorman hayatlardan; dallanıp budaklanmış, iç içe geçmiş hayatlardan enfes bir film çıkmış ortaya. Bu filmi ben yapamam, Sinan da yapamaz, peki kim yapar; ancak yaşayan yapar, iki arada bir derede kalmış, iki kültürü ezbere bilen yapar. Fatih Akın yapar.
Trabzon’dan yıllar evvel kalkıp Almanya’ya gitmiş, yerleşmiş, oğlunu orada büyütmüş, at yarışına meraklı bir babayı oynuyor Tuncel Kurtiz. Büyük oyuncu, elbette ki kusursuz bir saygım var ona karşı, ama bir Trabzon’lu bu kadar çok “da” der mi bilemiyorum doğrusu…
Oğlu Almanya’da bir üniversitede profesör, Tuncel Kurtiz’in… Babasından çok farklı, uzak yapısına, ama ilginç bir biçimde Türklükten kopmamış… Zor bir rol, altından iyi kalkmış Baki Davrak.
Rolleri merak eden filmi izler ya da girer internetten bakar. Benim yazım ancak film izlendikten sonra anlam kazanır.
Lotte –Nurgül Yeşilçay’ın filmdeki büyük lezbiyen aşkı, Genç Werther’in Acıları’ndaki Lotte’yle bir çağrışım yapılmaya çalışıldığını düşünmedim değil, nedenini izleyen anlar- ile Nurgül Yeşilçay arasındaki o yakınlık; tipik “soğuk alman kadını” rolünü başarıyla canlandıran annesine rağmen yakınlık, bir Alman kızının Almanlık özelliklerini yumuşatması, aynı şekilde de Nurgül Yeşilçay’ın kendi görüşlerinden taviz vererek kurdukları yakınlık, çok manidar, adeta mesaj verir gibi.
Neden Lotte “ideal” hayatı ile Tuncel Kurtiz’in acınası hayatı arasında bir fark var?
“E normal tabii, Tuncen Kurtiz, Almanya’da yaşayan bir Türk. Eğitimden kaçan, aksanından vazgeçmeyen, yabani bir Türk… Cahil, ne anlar o!” demek çok kolay. Gel gör ki; bence durum bu değil.
Sen eğer kötü durumdayken, işsizlikten kırılan bir ülkeye istihdam garantisi verirsen, yıllar sonra: “biz Türkiye’den işçi istedik, onlar bize insan yolladılar!” deme lüksüne sahip değilsin. Ne kadar sosyal devletsin? Ne kadar imkân verdin oradaki Türklere? Eğitim, ötekileştirmeme, ırkçılık… Hepsi olmadı mı? Eğitimsiz bıraktın ki tepene çıkamasın. “Geçici” muamelesi yaptığınız o Türk’lerin, eğitimsizliklerinden, anormal şeyler yapması doğaldır. Bunlardan dolayı onları ötekileştirmek de zavallılıktır.
Bu film işte bunu çok güzel anlatıyor. Bu dakikadan sonra olmuşla ölmüşe nasıl çare olmazsa, yapmak gereken Lotte ile Ayten’in yaptıklarını yapmaktır. Gözleri yumup, biraz taviz vermek lazım…
İnanılmaz oyunculuklar, sürükleyici bir senaryo, göz dolduran sahneler…
Söylemeden geçemem, bir Karadenizli olarak; müzikler de, doğal olarak muhteşemdi…

0 yorum :

Yorum Gönder