Big Eyes

9 Mart 2015 Pazartesi

Big Eyes


Big Eyes - Tim Burton (2014)


Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım lisedeydim. Sanattan bahsedilen bir derste, erkek öğrencilerden biri söz alıp "Kadınlar tarihe kalıcı izler bırakmamışlardır. Marie Curie dışında bilim alanında başarılı olmuş bir kadın, Frida Kahlo harici resim alanında isim yapmış bir hanım tanımıyorum..." gibisinden bir şeyler söylemişti... Sığ bir bakışla ve o yaşlarda eleştirelliğin kana yeni yeni giriyor olmasıyla çoğumuz bu arkadaşımızı haklı bulur gibi olmuştuk -en azından onu olumsuzlayamamıştık. Yalnızca bir arkadaşımız, tek bir kız arkadaşımız söz alıp şöyle demişti, onu hatırlıyorum: "Erkekler kadınların sosyal topluma katılmalarına, kendilerini önplana çıkarmalarına ne kadar izin verdiler ki?"

Doğruydu bu. 

Ta ilk çağlardan beri inandığımız insan yaşayış biçimi şu şekilde değil miydi: "Erkek avlar eve getirir, kadın pişirir." 

Kadın evdedir, erkek sahada. Kadın kulistedir, erkek sahnede. 

Erkek yönetmenler deyince akla onlarca, yüzlerce isim geliyor. En babayiğit sinema eleştirmeni, kaç tane kadın yönetmenin ismini hiç teklemeden sayabilir?

Sanatın diğer dallarında, hatta bir adım ileri gidiyorum; hayatın diğer alanlarında kadınların erkeklerden daha bilinir olduğunu gören-duyan var mı?

Bir tek bankacı babam şöyle der durur: "Banka işlerinde, hesap kitap işlerinde kadınlara bizden daha çok güveneceksin. Kesinlikle bizden daha iyiler; daha dikkatliler."

Babamın bu cümlesi iyi güzel de, birçok kız arkadaşımdan da şunu duymuşluğum vardır: "Jinekolog dediğin erkek olur. Ben tıp işlerinde erkeklere daha çok güvenirim."

***

Bu muhabbet böyle uzar gider. Bir yerde nokta koyacaksak eğer ya da bambaşka bir perspektiften olayı görmeye çalışacaksak, Big Eyes filmiyle Tim Burton bize bu imkanı veriyor. 

Yetenekli (gerçekten yetenekli olup olmadığını tartışmıyorum, konum değil) bir kadın ressamın, fırsatçı kocasının altında nasıl da silinip gitme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını Burton bize son filmiyle anlatıyor -anlatmaya çalışıyor. 

Sinemasal anlamda başarısız bir film olsa da Big Eyes, sanat tarihinine ilişkin birçok soruya hikayesine yer vermesiyle bence değerli gibi.

***

1950'li yıllar; ABD, San Fransisco. 

Kız çocuğunu yanına alıp, eşini terk etmiş; ressam olarak hayatını idame ettirmek isteyen bir kadın: Margaret Keane (Amy Adams). Paris'in Montmartre'ına benzer bir parkta şövalyesini kurmuş, tuvali önünde, elinde paleti; gelenin geçenin üç kuruşa portresini çiziyor. 

Çizdiği her resmin çok belirgin bir özelliği var: Her kimi çizerse çizsin, gözlerini kocaman çiziyor. Bu onun imzası. 

Christoph Waltz ve Amy Adams

Ressamlarla dolu bu parkta, kendisinden çok daha yeteneksiz ama ağzı inanılmaz laf yapan bir sanat taciri, Walter Keane (Christoph Waltz), ne hikmetse Margaret'a yanaşıyor ve ona işbirliği teklif ediyor: "Fevkalade yeteneklisin, ama böyle devam edersen yoksul bir biçimde solup gideceksin."

Walter'ın alttan girip üstten çıkan ısrarcılığı, tatlı dili ve işbitiriciliği, zaten her halinden naifliği okunan, kalbi zamanında belli çok kırılmış Margaret'ın hoşuna gidiyor ve bir şekilde birbirlerine yaklaşıyor, çift oluyorlar. 

Walter, demesine göre zamanında Paris'e gitmiş, bir süre orada eğitim görmüş ve ressamlığı öğrenmiş. Ardından gelmiş ABD'de Paris'te gördüğü sokakların resmini çizip satıyor. 

Yeni hiçbir şey yok. İlham yok. Üretkenlik sıfır. Ama içinde "gerçek sanatçı" olmaya dair büyük bir azim var. (Yani galiba öyle, film bir öyle, bir böyle anlatıyor. Tutarsızlık sorunu da burada başgösteriyor zaten.)

***

Zamanında bir Fransız hocam şöyle demişti: "Yakışklılık (ya da güzellik önemsizdir), onu satabilmek ise, fevkalade önemli."

***

Walter bu düsturu benimsemiş işte. Ürettiği hiçbir şey yok, ama o kısıtlı üretkenliğini satma konusuna gelince iş... Bir numara!

***

Margaret'ın hayatındaki bir açıktan yararlanan Walter, kısa süre sonra "büyük gelecek gördüğü" bu kadınla bir şekilde evleniyor. 

Artık durum şuna dönüşüyor: Margaret resim yapsın, Walter da satsın!

***

Yine içler acısı bir biçimde; birkaç eleştirmenin şişirmesi, toplumun estetikten çok "KAVGA"ya meyletmesi neticesinde Walter; karısının yaptığı el emeği göz nuru tabloları birbir satmaya başlıyor ve iyi de para kazanıyor.

Sorun şu ki, Margaret artık Walter'la evli olduğundan ve resimlerine imzasını "KEANE" olarak attığından, resimlerin alıcıları resimlerin ressamının Walter Keane olduğunu zannediyorlar.

İşi yapan Margaret, parayı kıran ve sükse yapansa Walter.

***

Bu durum bir süre böyle devam ediyor. 

Dedik ya, Margaret fevkalade iyi niyetli bir insan. Anneannemin dediği gibi "Peki dersen olay çıkmazmış" felsefesiyle, hayatını kendisine zehir ediyor ama bunu da pek öyle umursamıyor. 

Ayrıca sesini çıkarsa, "Benim!" dese, "O resimlerin ressamı benim!"... Hem o, hem kocası düzenbazlıktan hüküm giyecekler...

***

Nihayet bir noktada artık Margaret isyan ediyor. 

Şana, şöhrete, paraya ve mükemmel hayat standartlarına kavuşmuş olmasına rağmen yaşadığı bu gizli saklı, "yalan" hayat onu isyan ettiriyor ve Margaret "ayağa kalkıyor."

Sonu ise uzun süren ve yıpratıcı dava süreci, ardından da bir garip "test." 

Walter ile Margaret duruşmadalar. 

Walter: "Resimler benim!"

Margaret: "Hayır benim."

Hakim: "Ben bu işin içinden çıkamadım. Getirin iki tuval, çizsinler; ona göre karar verelim 'Büyük Gözler' kimin?"

***

Verilen 1 saatlik mühletin ardından Walter'ın tuvali bomboş iken, Margaret standardını tutturmuş.

Walter 4 milyon dolar gibi bir tazminat ödüyor Margaret'a ve olay kapanıyor...

***

Tim Burton'ın filminin özeti böyle.

Gelelim eleştirilere.

***

Yazının başında da söylediğim gibi: Sinemasal açıdan sınıfta kalmış bir film Big Eyes. 

Margaret'ın eski eşiyle ne yaşadığını bilmiyoruz. Neden bu kadar "kabullenici" bir kadın olduğunu anlayamıyoruz. Sadece başına gelen her musibete karşı "Aman olsun canım, yeter ki hır gür çıkmasın" dediğini görüyoruz. Bu bir kadın karakteri, sadece zayıflatıyor. Keşke Margaret karakterinin altyapısı, hikayesi daha iyi kurulsaydı.

Çekimler desen, sıradan. 

Tim Burton'ın en gerçekçi üslubu benimsediği filmi olarak kabul edilebilecek Big Eyes'taki renk kullanımı yine masalsı. Filmin belli bir noktasından sonra ortaya çıkan, Margaret'ın gördüğü "koca gözlü insanlar" halüsinasyonu da Burton'ın klasik masalsı üslubunu korumasına yardımcı olamıyor.

Sinemasal açıdan durum böyleyken (ve tabii daha da uzatılabilecekken), filmin vurgulamak istediği noktalar açısından da bir muğlaklık söz konusu. 

Her şeyden önce bir kere Burton çok büyük bir yanılgıya düşmüş. Bu büyük düzenbazlık hikayesi, yalnızca Margaret'ın gözünden anlatılmaya çalışılmış, ki bu da zaten başarılamamış. 

Zaten Walter Keane'in ailesi bu filme çok sinirlenmiş; "Keşke bizden de yaşananlarla ilgili bilgi alınsaydı" diyor. 

Tek taraflı, o tek tarafı da adam gibi anlatamamış bir film Big Eyes.

***

Milliyet Sanat, 2015 Şubat sayısında Ardan Özmenoğlu, Işıl Eğrikavuk ve Kezban Arca Batıbeki gibi kadın ressamlara film hakkındaki fikirlerini sormuş. 

Filmin en büyük açığı da belki burada ortaya çıkıyor; ressamların çoğunun dilinin altında olanı Kezban Arca Batıbeki şöyle dile getiriyor: "Tim Burton'ın filmi nedeniyle siz bu araştırmayı yapana kadar Margaret Keane bildiğim bir sanatçı değildi."

Ve ekliyor Batıbeki: "Kadın sanatçıların, birlikte oldukları erkek sanatçıların gölgesinde kalması az rastlanan bir durum değil sanat tarihinde."

Yani birçok örnek var, ancak kötü bir örnek seçilmiş.

Nedeniyse basit: Margaret Keane iyi bir sanatçı değil. Ressamlığı ile geleceğe kalmayı başarmış bir sanatçı değil...

Önyargılı olmak istemem ama bana öyle geliyor ki Tim Burton Keane'in tablolarından birini görmüş, "Bu tablolardan süper film yaparım ben!" demiş, sormuş soruşturmuş ve tek bir hikayeyi ortaya çıkarıp onun üzerine çalışmış.

Kısıtlı bir film demem bu yüzden. 

***

Filme dair hoşuma giden en önemli nokta; filmin sanat tarihine ilişkin kimi önemli sorunlara parmak basması. 

Bir örnek verecek olursak; Walter Benjamin'in Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı isimli makalesinden bahsedebiliriz.

Bu makalede yer alan en temel fikir; teknolojinin gelişmesiyle beraber sanat yapıtlarının röprodüksiyonlarının üretilmesi; ve sanat yapıtının biricikliğini kaybetmesidir. 

Tim Burton filmin bir bölümünde, önemli bir bölümünde, bu konuya parmak basmış.

Ama bu tip ince soruları sormadan sadece izlemek için izlenecekse bu film, izlenmese de olur. 

0 yorum :

Yorum Gönder