2 Days in Paris

11 Mart 2015 Çarşamba

2 Days in Paris


2 Days in Paris - Julie Delpy (2007)




2012 yılının ilk yarısında, Fransa'nın Orléans isimli bir kentinde Erasmus yapıyordum. Allah'ın unuttuğu bir yerde konumlandırılmış üniversite kampüsünün kuş uçmaz kervan geçmez öğrenci yurtlarından birinde, 37 ekran televizyon büyüklüğünde bir odada, yapayalnız, kendime bir film ziyafeti çekme ihtiyacı duydum. İzlemek istediğim filmin birkaç özelliği olmalıydı...

1- Beni yormayacak. Düşündürmeyecek. Zaten içinde bulunduğum ruhsal ve fiziksel yalnızlığı daha da fazla sorgulamama yol açmayacak. Basit bir film olacak.

2- İçinde Fransa -ya da en azından Paris- geçecek. 

3- Mümkün mertebe 'main stream' olacak. 

4- Zamanında yaşadığım birkaç olay, içine düştüğüm birkaç durumla ilgili bana bir şeyler söyleyecek. Katarsis yaşatacak az da olsa bana.

5- Akıcı olacak. 

Bu kriterlere en uygun film, dönem itibariyle (ve imkanlarım doğrultusunda) 2 Days in Paris gibi duruyordu. Filmin henüz ilk sahneleriyle beraber, doğru bir tercih yapmış olduğumu anladım.

***

2 Days in Paris'te New York'ta yaşayan bir çiftin Paris yolculuklarına tanık oluyoruz.

Kız tarafı Marion (Julie Delpy); fotoğraf sanatçısı, Fransız. Erkek tarafı ise Jack (Adam Goldberg); iç mimar, Amerikalı. 

***

İki farklı kültürün mensubu genç çiftin ilişkileri; ilişkilerinde "o güne kadar eh işte güzel giden" ama belli ki güzel gitmeye devam etmeyecek kimi olaylar, demek ki filmimizin konularından biri. Bunu cebe atalım.

***

New York'tayken ilişkilerinde pek de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna karar vermişler ve önlerine iki ihtimal çıkmış:

1- Biz bu ilişkiyi yürütemiyoruz. Bitirelim.

2- Belki Avrupa'ya yapacağımız romantik bir tatil, ilişkimizde kötü giden kimi noktaların düzelmesini sağlayabilir...

Jack ve Marion ikinci şıkkın peşine takılmışlar ve tutmuşlar Avrupa'nın yolunu. 

Hangi ülkeye gidecekler? Birçok ülkeye tabii ki, ancak Avrupa'yı turlarken Marion'un memleketine uğramamak olmaz: Paris'e de gidecekler elbet.

Bu bir karar gibi durmuyor aslında. Evet, elbette; Avrupa'yı dolaşırken Marion açısından Paris atlanmaması gereken bir durak gibi duruyor ama, belli ki bu durak, Jack'e pek o kadar da iyi gelmeyecek. 

***

Her neyse. Adım adım gidelim. 

Duraklardan biri Venedik. Jack ile Marion mutsuz. Daha doğrusu Venedik durağından memnun kalmamışlar. Yedikleri yemeklerden olsa gerek, ciddi bir hazımsızlık sorunuyla karşı karşıyalar. İki arada bir derede yaptıkları tatil, resmen burunlarından gelmiş.

Hal böyle olunca bir sonraki durak Paris'ten her ikisinin de umutları büyük.

Julie Delpy ve Adam Goldberg

Yeni rota Paris!

Paris'te onları bekleyen bir aile var. Marion'un "sıfır İngilizce bilen" ailesi. Şeker bir baba -hafif kaçık- ve tatlı bir anne -ortayı bulmaya çalışan, dingin, ama zamanında az uçup kaçmamış... (Çok deşmiyorum; filmin eğlenceli kısımlarını anlatarak piç etmeyelim.)

Jack ilk defa deplasmanda. 

Düşünsenize. Bir yabancı sevgiliniz var. Yıllardır berabersiniz. Her şey yolunda. 

Günün birinde yabancı sevgilinizin ülkesine, evine, eski hayatına gitmeniz gerekiyor. Gidiyorsunuz. Ve o güne dek hiç bilmediğiniz bir dizi "geçmiş bombardımanıyla" karşı karşıya kalıyorsunuz. 

Jack'inki de o hesap! 

Paris'te Jack'i bekleyen tek tehlike Marion'un hiç İngilizce bilmeyen ailesi değil: Bambaşka bir kültür; ABD kadar özgürleşememiş, radikalleşememiş (filmin anlattığından gidiyorum) bir kültür; Jack'e küçük gelen prezervatifler; birbirinden garip mezarlıklar (ve tabii mezar taşları...).

Ama en önemlisi... Marion'un "hayli etkin" geçmişi. Beraber olduğu erkekler ve o erkeklerin hala hayatında önemli bir noktasında durması. Marion'un eski erkek arkadaşlarıyla nasıl ve ne şekillerde beraber olduğu vesaire, vesaire...

Seksist bir yaklaşımda bulunup "Bu durum elbette her erkeği olumsuz yönde etkiler!" demeyeceğim. Bu durum çoğu "insanı" olumsuz yönde etkiler diyorum. 

Hele ki sevgilinizle sorunlarınız varsa, hele ki bu sorunları bertaraf etmek için halihazırda bir mücadele içindeyseniz. 

***

Soru şu: Jack kafasının içinde dönen ve bilhassa bu Paris seyahatinden sonra iki katı palazlanan sorunlardan arınabilecek mi? Bu süreçte Marion'a ne kadar zarar verecek?

Marion, Jack'in bu süreci geçirişinde Jack'e destek olacak mı? Marion'un işi gücü Jack'in kafasının içinde dolanmaya başlayan örümcekleri ezmek mi olacak, yoksa Marion da ihtiyacı olan sükuneti Paris'te bulabilecek mi?

***

Bu kadar soru sordum, filmin yazar-yönetmeninin Julie Delpy (=bolca diyalog, bolca sorgulama) olduğunu söyledim. Haliyle şöyle bir durup düşünmek lazım: "Hani nerede senin 'beni düşündürmeyecek, rahatlıkla izleyebileceğim bir film' kıstasın?"

Doğrudur. 

Ama anlatamadığım bir nedenden dolayı 2 Days in Paris kafa karıştırıcı bir film değil.

Tarih benim için hep kafa karıştırıcı bir ders olagelmişti; paso ezber, ha babam okuma, spesifik tarihler... falan filan. Fakat bir gün bir tarih hocasıyla tanıştım ve tarih derslerinin aslında o kadar da kafa karıştırıcı geçmeyebileceğini ondan öğrendim. 

2 Days in Paris de o misal. 

Kafa karıştırıcı sorular soruyor ama bunları hikayeye güzel yediriyor. 

Julie Delpy'nin başrol oynadığı Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight üçlemesi için "Edebi Üçleme" demiştim. Bence bu üç filmin hiçbirinde sinemasal bir şölen yoktu. Çekimler olsun, anlatım biçimleri olsun... Ben beğenmedim. Diyaloglar hep çok fazla ve haliyle de çok yorucuydu. 

Bu bence sinema değil. Ya da benim sinema anlayışımdan uzak. 

Ama 2 Days in Paris öyle değil. Diyalog yine bol, doğru. Ama herhalde Julei Delpy'nin "Yahu siz yıllardır Paris'i anlatıyorsunuz da, ben bir Parizyen olarak, öyle zannediyorum ki bu şehri size, sizden daha iyi anlatabilirim" gayesi, biraz ağır basmış. Görseller, görüntüler ve Paris hikayeleri, Jack ve Marion arasında geçen, haddinden fazla abartılabilecek hikayeyi biraz yumuşatmış. Film, içimi kolay sigara gibi olmuş.

Bilinçli bir tercih midir bilmiyorum, ama iyi ki Julie Delpy ha babam diyaloğa ağırlık vermemiş. 

***

Filmin tagline'ı, sloganı da gayet filmin muhtevasıyla uyumlu: "Paris'in sevgililer için olduğunu biliyordu. Tek bilmediği; tüm bu sevgililerin, sevgilisinin ex'leri olduğuydu." (Berbat çevirdim. Özgün hali için: He knew Paris was for lovers. He just didn't think they were all hers.)

***

İlk paragrafta verdiğim kriterlere uygun bir film 2 Days in Paris. Sevgiliyle izlenebilecek. Yalnız izlendiğinde de "kafayı dağlara taşlara" vurdurmayacak. Basit, renkli ve eğlenceli bir film. 

Her zaman "çok anlamlı" filmler izleyecek değiliz. Ara sıra da kafa dağıtalım. Ama kafa dağıtmakla "kafa-zevk yıpratması" arasında bir fark olduğunu unutmayalım. 

0 yorum :

Yorum Gönder