Whiplash

2 Şubat 2015 Pazartesi

Whiplash


Whiplash - Damien Chazelle (2014)


1912 yılında romancı Marcel Proust, henüz 40 yaşındayken, o yayınevi senin, bu yayınevi benim dolaşıyordu. Elinde 712 sayfalık bir başyapıtın elyazmaları: Swann'ların Tarafı... Proust'un edebiyat tarihine geçecek ve belki de 20. yüzyılın en büyük yazarı sayılmasını sağlayacak bu eseri, Kayıp Zamanın İzinde başlıklı 7 ciltlik serinin de ilk kitabıydı aynı zamanda. Proust 1913 yılına kadar romanını bastırmak için her yolu denedi; başarılı olamadı. Başyapıtı Swann'ların Tarafı ise nihayet Grasset Yayınevi tarafından, "Proust'un cebinden verdiği para sayesinde" yayımlanabildi. 

2014 yapımı Whiplash filminin yönetmeni Damien Chazelle'in başından geçenler de aslında, Proust'un başından geçenlerle birebir aynı. Uzun bir süre projesine maddi kaynak arayan Chazelle, umduğunu bulamayınca hikayesini kısa film olacak şekilde çekmiş ve bu büyük projeyi hayli minimalize etmiş. 2013 Sundance Film Festivali'nde "Kısa Film Dalında Jüri Ödülü" alan Whiplash, kısa süre sonra finanse edilmiş edilmesine ama, Chazelle'in geçtiği çetin yollar yine de dikkat uyandırıcılığını koruyor. 

***

11 Ekim 2014 Cumartesi günü, Filmekimi kapsamında izlemiştim Whiplash'i. Neden, hatırlamıyorum, ama bir sebepten seansa gecikmiştim. Az daha filmi kaçıracaktım. 

Seans bitti, salondan çıktım. İlk tepkim şu oldu: "Bunca yıldır film festivallerini takip ederim, ilk defa bu kadar gür 'İyi ki kaçırmamışım; yoksa çok üzülürdüm!' diyorum."

Çivi gibi bir film izlemiştim. Eleştirel, düşündürücü ve fevkalade sürükleyici. Bomba efektler, inanılmaz bir bütçe, olağanüstü bir iddia yok ortada. Ama belki de bu sayede, 2014 yılının bence en iddialı filmlerinden bir tanesi Whiplash. 

Eve dönerken aklımda hala bu film vardı ve kendi kendime "Ulen bu film Oscar falan alsa baya iyi olurdu" diyordum. Hemen ardından da safça gülümsüyor "Çok iyi niyetlisin; Akademi'nin başka işi mi yok!" diye kendimle dalga geçiyordum. 

Geçenlerde açıklandı 87. Oscar adayları ve Whiplash En İyi Film de olmak üzere tam 5 dalda ödüle aday. Yıllardır Akademi Ödülleri'ni takip eden, film seçimlerini üç aşağı beş yukarı bilen bir sinemasever olarak şaşırdım desem, yalan olmaz. 

***
Filmin konusuna gelince...

Genç caz davulcusu Andrew'un (Milles Teller) çok anlaşılabilir bir hayali vardır: Küçük yaşından beridir dinlediği harikulade caz davulcuları Buddy Rich, Jo Jones gibi davul çalabilmek ve onların eriştiği noktalara erişmek. 

Hayallerinin peşinden koşmak üzere girdiği Schaffer Konservatuarı'nda eğer başarılı olacaksa bunun yolu konservatuarın en iyi sınıfında, en iyi hocasının himayesinde çalmaktan geçmektedir ve Andrew da bunu bilmektedir. 

Bir gün konservatuarın boş bir sınıfında tek başına davul çalma egzersizleri yaparken beklediği fırsat eline geçer. Andrew davulunu kendini kaptırmış bir biçimde çalarken içeriye konservatuarın en sert ve en disipliner hocası Fletcher girer. Andrew karşısında bir anda Fletcher'ı görünce davul çalmaya ara verir ve utangaç bir çocuk gibi ayağa kalkmaya yeltenir. Fletcher: "Hayır, hayır, kalkma" der. Andrew eli ayağı titreyerek yerine yerleşir. 

Fletcher sorar: "Adın ne?" Andrew yanıtlar: "Andrew Newman, efendim." "Kaçıncı sınıftasın?" "Birinci sınıftayım, efendim." "Beni tanıyor musun?" "Tabii ki, efendim." "O zaman grubuma müzisyenler aradığımı da biliyorsundur." "Biliyorum, efendim." "O halde neden çalmayı bıraktın?" 

Andrew mosmor. Hemen bagetlerine sarılır ve vargücüyle çalmaya başlar davulunu. Andrew solosunu bitirdiğinde Fletcher memnuniyetsiz bir edayla şöyle der: "Sana neden çalmayı bıraktın diye sordum. Sense bir anda kurmalı maymuna dönüştün."

J.K. Simmons (Fletcher) ve Miles Teller (Andrew)

Bu harikulade giriş, aslında filmin bütününe yayılacak ve bir hayli kanlı geçecek "sert öğretmen, hırslı öğrenci" ilişkisinin ilk emaresini gayet net bir biçimde seyirciye verir. Filmin henüz ilk sahnesi ve bizler seyirciler olarak filmin konusuna hakimiz.

***

Filmin iki temel öznesi var. Birincisi "sert", "kaba", "mükemmeliyetçi" ve "yetenekli" öğretmen Fletcher. İkincisiyse "yeniyetme", "mükemmeliyetçi", "hırslı" ve "yetenekli" öğrenci Andrew. 

Çok bilindik bir hikaye aslında. İkinci özne Andrew'a benzeyen çok öğrenci tanımışızdır. Birinci özne Fletcher'a benzeyen çok öğretmenimiz olmuştur. 

Bu bilindik hikaye üzerine inşa edilmiş  bir filmi neden izleriz öyleyse?

Bunun birçok sebebi var elbette. Ama benim aklıma iki ayırt edici, ve haliyle çekici, sebep geliyor: 

1- Bu yıllardır bildiğimiz iki öznenin psikolojik yapısını anlamak.
2- Her türlü kanlı katarsise karşı fevkalade aç olmamız. 

***

Bu dünya Sosyal Darwinizm'den çok çekti. Son zamanlarda şahit olduğum bir dizi olaydan, hayatına tanıklık ettiğim bir dizi insandan anladığım kadarıyla "hala da çekiyor", "çekmeye de devam edecek. 

Sosyal Darwinizm aslında hepimizin bildiği bir olay. İsmi afili gelebilir, aldanmamak lazım. Tıpkı Almancadaki "Gleichschaltung" terimi gibi. İsmi afili gerçekten ama anlamı gayet açık: "Nazi döneminin başında kişisel menfaatlerini korumak için döneme ayak uydurmak, aslında hemfikir olmadığı bir dizi eyleme boyun eğmek." Her devrin adamı olmak derler ya, öyle yani. 

Her neyse. Sosyal Darwinizm diyorduk. Darwin'in evrim teorisinden düşünsel anlamda etkilenilerek ortaya konulmuş bir teori aslında Sosyal Darwinizm. Özetle: İnsanın çetin rekabet ortamının içinde, yıkıcı rekabet ortamının etkileriyle gelişmesi, evrilmesi demek. 

Whiplash filminde olan biten bu işte. Hırslı bir hocanın himayesinde, içinde gizli kalmış hırsı ortaya çıkan bir öğrencinin gittikçe "gerçekten başarılı olması" ama aslında bir yandan da tüm sosyal hayatını mahvetmesi, her geçen gün hem kendisine, hem de çevresindekilere kalıcı hasarlar vermesi. 

Bu durumla hiç karşılaşmıyor muyuz gerçekten? Biraz daha yüksek not alacağım diye yıllar boyu kendisini herkesten ve her şeyden soyutlamış kimi arkadaşlarımız, şimdi iyi maaş kazanıp evlerinde yalnızlıklarıyla cebelleşmiyorlar mı?

Ya da "Ben çalışacağım, ben çok para kazanacağım, ben işimde en iyi olacağım" diyen tanıdıklarımızı kaç defa gençlik fotoğraflarına gözü yaşlı bakarlarken yakaladık?

Whiplash'in genç öğrencisi Andrew'ın da başına gelen aynen bu. 

Hırsı sayesinde, evet, Fletcher'ın Studio Orchestra'sına seçiliyor, önce yedek davulcu olarak başladığı orkestrada başdavulcu oluyor, konserlere çıkıyor, beğeni topluyor ama ya sonra? 

Sevgilisinden ayrılıyor mesela. Gerekçe? "Bence birlikte olmamalıyız. Bu konuyu enine boyuna düşündüm ve bence sonunda zaten ayrılacağız. Neyin peşinde koşuyorsam, onun peşinde koşmaya devam edeceğim. Bu tempo içinde yaşamayı tercih ettiğim için de, çok daha fazla çalışmam gerekecek ve bu uğurda seninle vakit geçirmekten feragat edeceğim. Seninle geçirdiğim zamanlarda bile davul çalmayı düşüneceğim..."

Ailesiyle papaz oluyor mesela. Kendisine fiziksel anlamda zarar veriyor mesela. Yalnız kalıyor mesela... Hatta sonunda caz kariyerine varıncaya kadar her şeye ve herkese zarar veriyor mesela.

Ne için? Ben bilemiyorum. Böyle insanları da anlayamıyorum. Muhakkak bir bildikleri vardır tabii. 

***

107 dakikalık filmin 77. dakikasında Fletcher'ın ağzından filme dair ikinci önemli felsefeyi duyuyoruz: "İnsanların benim Schaffer'da ne yaptığımı anladıklarını sanmıyorum. Ben orada sadece bir orkestra yönetmiyordum. Moronun teki bile ellerini sallayarak bir orkestra yönetebilir... Ben orada insanları, onlardan beklenilenin ötesine geçmeleri için zorluyordum. Bence bu mutlak bir gereksinim. Aksi takdirde dünyayı yeni bir Louie Armstrong'dan, Charlie Parker'dan mahrum etmiş oluruz. Bu benim için büyük bir trajedi olurdu... İngilizcede 'Aferin'den daha zararlı hiçbir kelime yoktur."

Aferin kelimesinin insanları sınırlandıracağından adı gibi emin olan bu zorlayıcı hocaya, onun sertliğinden hayli nasiplenmiş Andrew'un verdiği cevap da, en az Fletcher'ın açıklamaları kadar düşündürücü: "İyi güzel de, bu işin bir sınırı yok mu?"


***

25 Ocak tarihli Milliyet gazetesinde Whiplash ile ilgili bir haber yayınlandı. Benim Whiplash'e dair okuduğum en ilginç "metin"di bu. Milliyet gazetesinden Fırat Karadeniz; Kurban grubundan Burak Gürpınar, caz davulcusu Ferit Odman ve Büyük Ev Abluka'da grubundan Alican Tezer'le Galata'daki Nardis Jazz Club'ta buluşmuş ve bu değerli davulcu ve cazcıya film hakkındaki görüşlerini sormuş.

Hepsi filmi beğenmişler. Kimisi filmin kimi sahnelerini abartılı bulmuş, kimisiyse "Yok ya, aslında film gayet oturaklıydı. Bence gayet güzel bir kurmaca" modunda. 

Hepsinin mutabık kaldığı, filme dair kimi yerli yerine oturmayan noktalar da yok değil. Andrew'un bateri çalarken abartması yüzünden ellerinin kanaması gibi. Alican Tezer aynen şöyle söylüyor: "İlk kez baget tutuyorsundur ve o günden itibaren üç ay durmadan çalarsan ellerin kanayabilir, evet.

Yani filmdeki bu ve benzeri birkaç durum, bu usta davulculara göre "filmin kurgusuna ve dramatik yapısına hizmet eden, kimi abartılı olay"...

Andrew'un elleriyle müziğin senkronu tutmuyor, diyen de var; on numara filmdi, hatasız diyen de. 

Ama mesela Ferit Odman'ın bir söylediği aklıma takılmıyor değil: "Beni rahatsız eden şeylerden birini daha söyleyeyim: Filmde hiçbir siyah caz davulcusundan bahsedilmiyor. Mesela idol Buddy Rich. Hiçbir caz okulundaki hiçbir öğrenci, ben de orada öğrenci oldum, Buddy Rich’i hayatının idolü bellememiştir. Ben hiç görmedim. Ya Art Blakey ya Max Roach ya da Papa Jo Jones’dur idol. Hani 'Bütün Oscar’lar beyazdır' diye bir laf var ya. O, bu filmde de hissediliyor."

Yine Odman'dan geliyor: "Ben hep bana gerçek dışı gelen şeylere kafamı taktım. Mesela filmde Andrew bir gece boyunca “double time swing” çalışıyor. Ben 10 yıl filan çalıştım ona. Andrew bir gecede halletti. Vaaay be."

Haydi başlamışken devam; bir tane daha Odman: "Çok önemli bir şey daha var: Hızlı çalmak, iyi çalmak değildir. Filmde böyle bir yanlış da var. Film davulcu fikrini de yanlış veriyor."

***

Aslında bu tarz röportajlardan, başka başka metinlerden pek yararlanmam blog yazılarımda. Ama bu sefer bir istisna yapıyorum; çünkü bence, bu film, her ne kadar cazsever de olsanız, bu tarz teknik bilgilerden bihaber olunarak tam anlamıyla kavranamaz.

O yüzden tüm Whiplash'severlere şu röportajı okumalarını salık veriyorum: Milliyet, Davulcularla Whiplash Röportajı

***

Ta Ekim ayında izlediğim Whiplash, benim için bütün bir yılın en iyi 10 filmi arasındadır. Film zevkime güvenen herkesin, hayatını sorgulayan herkesin izlemesini öneririm. 

Sırf haftada üç gün, günde dört saat davul çalışan Miles Teller'ın ve projeye en başından beri inanan, öyle ki kısa film versiyonunda da rol alan J.K. Simmons'ın efsanevi performansları için bile izlenir bu film. Ya da filmin çekimlerini 19 günde tamamlayan, montajını on haftada yapıp bitiren gelecek vaat eden genç yönetmen Damien Chazelle (30) olağanüstü performansı için tabii ki. 

Hayatını sorgulamayanlar da bu arada, bence izlemesinler Whiplash'i. Kalıcı hasarlara sebebiyet vermeyelim. Fransızcadan hırsızlık yapmak gerekirse: Imbécil Heureux olmak da, zevklidir elbet!

0 yorum :

Yorum Gönder