Rosewater

12 Şubat 2015 Perşembe

Rosewater


Rosewater - 2014 (Jon Stewart)

"Gerçek gazeteciler muhabirlerdir, haftanın ortalama 6 günü bir gazetede yazdığımız köşe yazılarında havadan sudan bahseden bizler değil" der tanıdığımız birçok dürüst gazeteci. Rosewater filmi "sahaya" inen bir gazeteciyi anlatıyor. Hatta bu gazeteci üzerinden "içinde bulunduğumuz dünyaya", "Ortadoğu'nun hala tehlikeli bir coğrafya olduğuna", "Ortadoğu'nun Batı'ya, Batı'nın da Ortadoğu'ya bakışına" ve daha özele inecek olursak "baskı altındaki bir gazetecinin psikolojisine" ışık tutmaya çalışıyor.

***

(Filmdeki İRAN)

Film gerçek bir hikayeye dayanıyor. 12 Haziran 2009 yılında, mâlum, İran'da onuncu Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. İslamî İran'ın Kurucuları'nın Birliği ABADGARAN'ın adayı Mahmud Ahmedinejad, Bağımsız Reformcu Mir Hüseyin Musavi ve iki aday daha seçimlere katıldı. Seçim öncesi yapılan anketlerde, uzun bir aradan sonra Dini lider Humeyni'nin ayan beyan desteklediği bir adayın (Ahmedinejad'ın) karşısında bir başka adayın gerçekten şansı olabileceği ortaya çıktı ve bu durum elbette ilgi çekiciydi.

Ahmedinejad demek şeriatın ve getirilerinin (ya da götürülerinin; basın ve düşünce özgürlüğü ihlalleri gibi...) temsili demekti ve Ahmedinejad'ın karşısında biriken İranlılar vardı. 

Bu durum tabii Batı için de fevkalade önemliydi. 

ABD menşeli haftalık yayınlanan Newsweek dergisi de İran'daki Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yakından ilgilendi ve bünyesinde görev alan İran doğumlu Kanadalı gazeteci Maziar Bahari'yi İran'a Mir Hüseyin Musavi ile röportaj yapması için gönderdi.

(...)

Seçimler yapıldı, bir takım seçim güvenliğiyle ilgili ihlaller göze çarptı ve fakat sonuçlar açıklanmış, kazananın Ahmedinejad olduğu ilan edilmişti. (Ahmedinejad %62.46, Musavi %33.87)

Seçimler sona ermesine erdi ama oy verme işlemlerinin gerçekleşme biçimine dair spekülasyonlar bitmedi.

Düşünün; uzun zamandır savunduğunuz düşünceler içinde yaşadığınız ülkenin hiçbir yönetim organında karşınıza çıkmıyor, susuyorsunuz, ta ki aklınızdaki fikirlerin başkaları tarafından da destekleniyor olduğunu fark ettiğiniz güne kadar. Seçimler yapılıyor. Fikirlerinizin az-buz destekçisi yok. Ama kaybediyorsunuz. Üstelik kaybedişinizin altında yatan gerçek sebebin bir tür seçim manipülasyonu olup olmadığından da emin değilsiniz. Oy verme işlemlerinde yapıldığına inandığınız usulsüzlükler yüzünden, bir dahaki seçimlere kadar siz ve fikirleriniz, yapayalnızsınız. 

(...)

Haliyle İran halkı galeyana geliyor. Sokaklar karışıyor. Bıçak artık kemiğe dayanmış. Büyükçe bir kısmın kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış.

***

(Bahari'nin İRAN'ı)
Bahari ve hamile eşi Paola
Buraya kadar anlattığımız kısım 2009 İran'ından bir kesit. 

Muhabirimiz Maziar Bahari'nin (filmin tadını fazla kaçırmadan) penceresine girelim şimdi... Bahari'nin babası (Haluk Bilginer) bambaşka bir dönemde, fikirleri ve kimi eylemleri yüzünden hapse düşmüş. Yalnızca babası değil Bahari'nin, ablası Maryam da öyle.

Bahari, yani, neredeyse tüm fertleri aktivist olan bir çekirdek ailenin mensubu. Belki bu aileiçi buhrandan sıyrılabilmek, belki de "Bu ülkenin gidişi gidiş değil, paçayı kurtarmam lazım!" düşünceleriyle henüz 21 yaşında soluğu Kanada'da almış Tahran doğumlu Bahari. Orada Film ve Siyaset Bilimi okumuş. İngiliz bir avukata aşık olup, Londra'ya yerleşmiş. Hayatına oradan devam ediyor. Bir yandan karısı ve karısının karnındaki bebeğiyle ilgilenirken, bir yandan da gazetecilik yapıyor Bahari.

"İran ve Musavi röportajı" işi gündeme gelince de, hem çalışırım hem de Tahran'da yaşamaya devam eden annemi görürüm düşüncesiyle İran'a gidiyor.

***

Film boyunca geçen iki önemli "merkez"e ışık tuttuk. İran'da olacakları anlamak için filmdeki İran'a, olup bitene karşı reaksiyonunun nedenlerini anlamak için de Bahari'nin İran'ına ihtiyacımız vardı. Bunu hallettik.

***

Sokaklara dökülmüş, devrim isteyen, hakkının yenildiğine inanan bir halk. Yakıyor, yıkıyor. Öfkeli. Kalabalık ve yalnız.

Dini lider Humeyni çıkmış ve aynen şöyle demiş: "Seçimler Allah'ın takdiridir. Halk, Ahmedinejad'ın arkasında birleşmelidir."

Humeyni bunu deme noktasına geldiyse ve hatta dediyse, halk buna rağmen başkaldırıyorsa, orada kan çıkacağı, can yanacağı bellidir.

Nitekim öyle oluyor. 

Elinde kamerası, Bahari sokaklarda olup biten ne varsa kameraya alıyor, İran'ın güncel durumunu Batı'ya haber yapıyor.

Peki ya sonra? Tabii ki İranlı devrim muhafızları eşliğinde ver elini hapis, ver elini işkence.

Gözünde bant, renksiz bir sorgu odasında, tam 118 gün. Gözleri bağlı Bahari'nin işkencecisine dair bildiği tek şey, adamın Gülsuyu koktuğu. Filmin adı da buradan geliyor zaten: Rosewater; yani Gülsuyu. 

***

Filmin, başkarakterin üç boyutluluğuna önem vermesi gerçekten hoş. Her ne kadar filmi yapan ve asıl mesleği yönetmenlik olmayan Jon Stewart bu hususa bilerek ve isteyerek mi ağırlık vermiştir bilemesem de, bir şekilde olmuş. Büyük ihtimalle gerçek bir hikayeden temellenmesi, filmin 2011 yılında yayımlanmış Then They Came For Me isimli Maziar Bahari'nin anı kitabından bir tür uyarlama olması Jon Stewart'ın şu "karakter üç boyutluluğu" konusunda önünü açmıştır.

Bahari'nin olayların ortasında kaldığında kamerasını çalıştırmaya neden bu kadar tereddüt ettiği, Bahari'nin ailevi geçmişiyle açıklanabiliyor ve yukarıda da dediğim gibi: Bu hoş!

Bahari'nin işkence görürken kimi zaman takındığı "Her neyse, ne istiyorsanız yapayım da beni salıverin" tavrının altında da yalnızca korkak bir insanın yatmadığını görmek, yine: Hoş!

"Bu hikayede karışık bir şeyler var. Film bitti ama karışıklık sürüyor."

Ama filme dair en hoşuma giden olay, filmin sonuydu. 2009 yapımı Babel gibi bitti, "Bu coğrafyada karışık bir şeyler var, film bitti ama bu karışıklık sürüyor" düşüncesini seyirciye aşılayarak. Asla ama asla Slumdog Millionaire (2008) gibi "Sonra evlendiler ve binlerce çocuk yaptılar!" Hollywood'luğuyla değil!

***

Bahari ve babası Akbar

Filme dair söyleyebileceğim son iki sözden birincisi Haluk Bilginer'in az ama gerçekten öz oyunculuk performansı için. Bilginer zaten iyi bir aktör de, son zamanlarda gittikçe aşıyor kendini. Tüm dünyada bu kadar sık çalışan ikinci bir aktörümüz ya da aktrisimiz olduğunu zannetmiyorum.

İkincisi Bahari rolündeki Gael García Bernal için. Daha kaç farklı ülkede film çekebilir, kaç farklı dili kaç farklı aksanla konuşabilir merek ediyorum?.. Mads Mikkelsen ve Bernal bu konuda gerçekten bambaşka bir oyunculuk sunuyorlar dünya sinemasına. Takdire şayan!

Filme ilişkin son iki sözümü söyledim. Tek bir soruyla, filme dair aklımı kurcalayan en önemli soruyla yazıyı bitiriyorum: Çoğunluğu İran'da geçen, neredeyse tüm karakterlerin İranlı olduğu bir film neden baştan sonra İngilizce?

0 yorum :

Yorum Gönder