Tusk

13 Şubat 2015 Cuma

Tusk


Tusk - Kevin Smith (2014)


"Korkunun komedisi" ya da "komik korku" gibi bir takım terimlerden bahsedildiğinde benim aklıma hep 2013 İsrail yapımı Big Bad Wolves gelir. Film aslında gerilim doludur. Silah patlar, kan akar ve filme karanlık ton yoğun oranda hakimdir. Ama böylesi "kara" bir filmin içerisinde kimi sahneler vardır ki, insanı kahkahalara boğar. 

Elektrikli testereyle kurbanının bacağını kesecek olan bir seri katil korkunçtur. Bu seri katil tam kurbanının bacağına yönelirken ayağı kayıp yere düşerse ve yanlışlıkla kurbanınınki yerine kendi bacağını keserse... Evet, bu komik olabilir. (Kesin konuşamıyorum; çünkü, ne bileyim, muhtemelen müzik ve çekim teknikleri falan da bu hususta belirleyici bir rol oynar.)

Big Bad Wolves'ta, yoğun olmamakla beraber, böyle sahneler vardı. Benzer sahneler, daha yoğun bir biçimde 2014 ABD yapımı Tusk'ta da var. 

***

Filmin konusu gayet güncel aslında. 

Wallace Bryton (Justin Long) ve Teddy Craft (Haley Joel Osment) iki yakın arkadaştırlar. Geyik muhabbetini pek severler ve çevrelerince hayli komik bulunurlar. 

Bu iki arkadaşın meslekleri: "Podcaster." Yani internet üzerinden yayınlanan bir tür radyo programı yapımcılığı. İki kafadar "tipik ABD müstakil ev garajı" gibi bir yerde otururlar, önlerindeki bilgisayar üzerinden online yayın yaparlar. Bizdeki "Cenk ve Erdem Bey" misali.

Geyiğin dibine vururlar falan filan. Konuları da ekseriyetle şu yöndedir: Orada burada rastladıkları enteresan olay-hikayeleri, mümkünse görselleriyle birlikte internetten takipçileriyle paylaşıp, bu olay-hikayelerle ilgili gırgır yapmak. 

Tusk filmi de böyle bir sahneyle açılır zaten. 

İki arkadaş internetten gırgır bir video yayınlar, bu videoda olup biteni sarakaya alırlar.

Videoda gençten bir çocuk, Kill Bill'den etkilenip, elindeki fevkalade keskin kılıcı oradan buraya savurmaktadır. Fena halde gaz olan bu çocuk bir anda elinden kılıcı kaçırır, kendi bacağını uçurur.

Kahkaha, gırgır, şamata. 

İkili bu ("aslında zavallı") çocuğun düştüğü müşkül durumla baya bir alay ederler. Ardından bakarlar ki dinleyicileri bu mağdur çocuğun hikayesiyle pek ilgili, takip edilme oranları yüksek, aralarından cevval olanı, yani Wallace Bryton bu zavallı çocuğu bulmaya, Kanada'ya doğru yollanır. 

Birkaç gün sonra Kanada'ya varan Bryton'ı burada bekleyen bir sürpriz vardır: Zavallı çocuk bir şekilde ölmüştür.

Birkaç gün önce dalga geçtikleri, ayan beyan sarakaya aldıkları çocuğun ölmüş olması Bryton'ı duygusal yönden etkilemez. O daha çok "Hikayem öldü, bari iki kelime etseydi de öyle ölseydi; şimdi ben ne yapacağım, ABD'ye elim boş mu döneceğim?" psikolojisindedir.


Bryton yayın ortağı Teddy'ye durumu haber verir ve bir barda biraya düşer. İçtiği biraların tesiri yle tuvalete gider ve hacet giderir. Hacet giderirken tuvaletteki bir ilan panosu, o panonun üzerindeki mektup dikkatini çeker. Fevkalade estetik bir el yazısıyla kaleme alınmış bu mektupta şu cümleler yer almaktadır:

"Merhaba, Ben hayatı denizde, hikayelerle geçmiş yaşlı bir adamım. Yaşadığım onca yılı seyahatlerle geçirmiş onurlu bir Kanadalıyım. Ve yaşadığım onca okyanus macerasından sonra, kendimi sanki denizle alakası olmayan biri gibi Manitoba'ya (yaşlı adamın yaşadığı küçük Kanada yerleşkesi) kilitledim. Bundan sonraki hayatımı burada yapayalnız geçirmek istemiyorum. Hele anlatacak o kadar hikayem varken..."

Bryton bu "tamamen işiyle alakalı, çekici" mektubu görür ve hemen adamla iletişime geçmeye çalışır. ABDli züppelik, burnu havadalık ve aksanı dahil her yönüyle dalga geçilebilecek yaşlı bir Kanadalı. Biçilmiş kaftan! 

Bryton doğrudan bu adamı bulmak ve ona hikayelerini anlattırmak ister. Yaşlı bir Kanadalı ne anlatırsa anlatsın Bryon bunu yayınlayabilecek ve adamın anılarıyla dalga geçebilecektir.

Bryton yaşlı adama ulaşır, onun evine gider. Manitoba denen bu Allah'ın unuttuğu yerde koskoca bir "köşkte" yaşayan Bay Howard Howe'un Bryton'a hikayelerinden çok daha fazla vereceği şey vardır... 

İş de zaten tam bu noktada sarpa sarar. 

***

Guy Lapointe (Johnny Depp)

Son yıllarda izlediğim en absürt filmlerden bir tanesi Tusk. Oyunculuklar "eh işte." Hatta filmin bir sürprizi de var. Johnny Depp mesela, Guy Lapointe isimli bir dedektif eskisini canlandırıyor filmde!

Öyle bağımsız, öyle absürt ve öyle "kendi kafasına göre takılan" bir film ki Tusk, filmin sonunda Johnny Depp'in ismi çıkmıyor bile. Onun yerine "Guy Lapointe as Guy Lapointe" gibi bir durum var. 

***

Yüksek beklentilere gerek yok. Fena film değil. Bir bağımsız filme göre akıcı; hem senaryosu, hem de kurgusu üzerine çok kafa yorulmamış; standart diyebileceğimiz türden.

Şu günlerde "insan olmak" üzerine "düşündürtmeye çalışan" bir film olduğu kesin. Ama benim asıl merak ettiğim; filmi izleyen insanların kendilerine şu soruyu sorup sormayacağı: "Sosyal medyada önümüze gelenle dalga geçiyoruz da, acaba doğru mu yapıyoruz?.."

Bir yandan da şunu düşünmek lazım: Şu yabancılaştırma efekti, acaba korkunun komedisinde kendisini bağıra bağıra belli etmiyor mu?

0 yorum :

Yorum Gönder