Elegy

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Elegy


Elegy-2008


Oysa ne kadar mutluydum... Hayatımın kendine göre bir düzeni vardı. Bu düzen birçoğuna göre aslında düzensizlik olarak da algılanabilir, ancak düzensizliğe alışmış hayatların da düzeni, yine düzensizliğin kendisidir. Benimki de o hesap.

Sabahları eğer o gün dersim varsa üniversiteye gider, öğrencilerime -pek çoğu benim için bir şey ifade etmez- biraz XX. yüzyıl Fransız Edebiyatından bahsederdim. Derslerim zor olmazdı, belki de bu yüzden öğrenciler dersimden sıkılırlardı... Uyuyan öğrenciler, kendi aralarında şakalaşanlar ve beğendikleri karşı cinslerini -kimi zaman kendi cinslerini de- ağır ağır bakışlarıyla taciz edenler asla, ama asla sinirimi bozmazdı.

Ben KINGSLEY & Dennis HOOPER 
Dersimin olmadığı günlerde -olduğu günlerde de; ders çıkışları olmak üzere- arkadaşım George'la -Dennis Hopper- Squash oynamaya giderdik. George ben yaşlarda tanınmış bir şair olduğundan ve ben de altmışına merdiven dayamış... kimi kandırıyorum ki? Altmışımı geçeli tam üç yıl oldu!.. Her neyse, ikimiz de 'yaşlımsı' entelektüellerdik ve squash oynarken birbirimize hayatlarımızdan bahsederdik...

George, benimkinden farklı bir hayat benimsedi. Bir şair gibi, sürekli mutluluğu aradı bir ömür boyu ve bunu nihayet güzel bir hanımda buldu. Yani en yakın arkadaşım; evli, çoluk çocuk sahibi ve işinde başarılı bir şairdi.

Belki de sırf bu yüzden; hayatının tekdüzeliği yüzünden demek istiyorum, squash oynarken genelde ben konuşurdum, o da benim anlattıklarımı ancak görmüş geçirmiş şairlerde görülecek bir sabır ve soğukkanlılıkla dinler, aklından geçenleri -ruhunu katmadan- söylerdi... Böylelikle ben de, bir yandan squash oynayıp ilerleyen yaşıma temposu uygun sporumla ter atar, beri yandan da herhangi ABD'li psikoloğa saat başı verilecek 100 dolardan kurtulmuş olurdum...

Akşamları eve döndüğümdeyse; kendime dünya mutfağından mümkün olduğunca basit hazırlanan ve kalorisi düşük bir yemek hazırlar -elim dünya yemeğine pek yatkındır-, buz gibi bir bira eşliğinde -keyfime göre iyi bir Fransız şarabı da açtığım olmuştur- yemeğimi ağır ağır yer, ardından da dünyaca ünlü ressamların orijinal tablolarıyla dolu, koyu kırmızı tonlarda dekore ettiğim salonumdaki koca, koyu kahverengi kanepeme uzanarak; özel olarak sipariş ettiğim, Avrupa'nın meşhur kültür dergilerini ağır ağır okur, kısa zaman sonra da olduğum yerde sızdığımı fark edip, yaşlılığıma küfür ede ede yatağıma -pek tabii dişlerimi fırçaladıktan sonra- geçerdim.

***

Bir de Carolyn -Patricia Clarkson- vardı tabii hayatımda... Ondan bahsetmemek benim centilmen tarafıma ters düşerdi...

Carolyn 'Patricia CLARKSON' & David KEPESH 'Ben KINGSLEY'

Carolyn'le yıllar evvel birlikteydik. Sonra ayrıldık. İşlerin ciddiye binmesi beni korkutmuştu. Yedi kez evlenmiş biri olarak bir kez daha böylesi bir mahrumiyet denizine bedenimi daldırmak, öyle kolay iş değildi.

Bereket, Carolyn bu konuda beni anlayışla karşıladı. "Beni aldatmadığın müddetçe," dedi bu gençlere özgü maceraya atılırken, soluklanarak, "her istediğin zaman benimle birlikte olabilirsin!".  Arada bir kapım çalınır, bir de bakardım Carolyn. İşi uzatmadan, aynı samimiyetle onu içeriye buyur ederdim. İtalyanların meşhur Lambrusco şarabını ağır ağır açar, parmaklarımın arasına iki tane kadeh yerleştirir, Carolyn'e odama gelmesini söylerdim...

Carolyn, yaşına göre oldukça ateşli bir kadındı. Bedeninin yaşlanmasına kanıp, şehvetinin alevlerinden feragat edenlerden değildi.

Yaşımız el verdikçe sevişirdik. Sonra Carolyn ağır ağır giyinir, beni her iki yanağımdan -önce-, dudağımdan -sonra- öperek evimden çıkar, arabasına biner ve sokağımı terk ederdi. Ben hala yatakta olurdum bu esnada. Bedenimin yorgun düştüğünü ve böyle maceralara zorlukla dayanabildiğini söylemek her ne kadar ciğerimi yaksa da, maalesef gerçek olan bu.

Carolyn'in arabasının benim sokağımdan alelacele uzaklaşışını dinlerken, "ne kadar uzun kaldı! Niçin daha çabuk terk etmedi evimi!" ile "acaba tekrar ne zaman uğrayacak bana? Arayı çok açmasa bari!.." dilekleriyle karışık dualar ederdim.

Kalabalıktan ürkerdim, ancak yalnız kalamayacak kadar da yaşlıydım...

Yaşlı şair dostum George'un bir şiirinde üstüne basa basa dillendirdiği gibi:

"Bir düğün sabahı dağınık bırakılmış sofralar kadar mahzun,
Buna fazla katlanmak zorunda olmadığım için mutluydum.
Ben yaşlıydım ve mutluydum."

***

Consuela 'Penélope Cruz' & David KEPESH 'Ben KINGSLEY'
Sonra hayatımı darmadağın edecek bir olay yaşadım. Dönemin son dersi, ağzımda üniversiteye gelirken içiyor olduğum sütlü kahvenin tadı, öğrencilerimle vedalaşırken O'nu gördüm... Önce ne yapacağımı bilemedim. Bunca yıllık akademisyen olarak, ne yapacağımı bilemediğim dakikalar bir elin parmakları geçmezdi, eminim. Fakat O, her insan evladına hata yaptırabilecek kadar güzeldi.

"Bu akşam evimde bir yemek veriyorum. Hepinizin muhakkak gelmesini istiyorum...", demiştim bir anda büyük bir panikle. Nereden çıkmıştı şimdi bu?.. Bir şeyler yapmalı, heyecanımı yatıştırmalıydım!..

"Nasılsa dönem bittiğine, hepiniz benim dersimden geçtiğinze göre, artık dostuz değil mi!"...

Cümlemi bitirdikten sonra havada kalan o şapşal gülümsememden daha kötüsü, yalnızca bir iki yavşak öğrencinin beni kırmamak için ıkınarak sırıtması oldu...

***
Hikayemi kısaltarak anlatmak istiyorum...

O'nunla tanışmayı nihayet başarmıştım! Hatta bıyık altından gülümseyerek söylüyorum: birkaç yıl da O'nunla fevkalade ateşli bir birliktelik yaşadım...

Consuela -Penélope Cruz- yirmi dört (24) yaşındaydı. Kübalı bir göçmendi... Aramızdaki yaşın o da, en az benim kadar farkındaydı. O yüzden yaşanmış olanlar için beni sakın suçlamayın. O da, her türlü sonucu göze alarak girdi bu yola. Durabilir miydim? Belki evet!.. Hiç birlikteliğimizin ikimizden birine zarar verebileceğini düşündüm mü? Evet, birçok kez hem de... O zaman?.. Bilemiyorum... Belki doğru, kopmalıydım ondan yol yakınken... Fakat o bana o kadar uyuyordu ki! Onsuz edemezdim. Asl'a. Bunu aklımın ucundan dahi geçiremezdim... Yazık olurdu bana! Çok ıssız kaldırdım... O benim gençlik şurubumdu... O'ndan tadarak gençleştim ben! Hayata farklı gözlerle baktım! Hayatımın üzerindeki kara perdeler kalktı ve uzun yıllardan sonra güneş doğdu ruhumun sahnesine! Nasıl anlatsam bilmiyorum... Keşke şair olan kadim dostum George olmasaydı da, ben olsaydım! Yahut şairlik nezle kadar bulaşıcı olsaydı!..

***
Consuela, beni sevdi. Benim beni sevdiğimden, kainattaki herkesin beni sevebileceğinden çok sevdi beni. Aramızdaki yaş farkı onu rahatsız etmediğinden, beni ailesine tanıştırmaktan da korkmadı. 


"Ben seni kabul ediyorum, artık sen de kendini olduğun gibi kabul et! Yaşın mühim değil..."

İnanıyorum; o benim yaşımda bir gariplik görmüyordu. Ancak ben her şeyin farkındaydım. Hayatının henüz yirmi dördüncü baharını yaşayan bir genç kıza, benim karlı kışlarım çok fazla gelirdi. 

Kaldı ki, günün birinde bu güzel kız da, kendi değerinin farkına varacak ve bu, onun etrafında pervane olan körpe erkekler sayesinde olacak. 

O zaman ben ne olacağım? Külüstür olduğu için araba mezarına yollanmayı bekleyen bir araba veya tedavülden kalkmış bir bozuk para... 

***
Ne ailesiyle tanıştım, ne de Consuela'yla ilişkime devam ettim.

O'na, sevgilime yalan söyledim. Beni ailesiyle tanıştırmak için evine davet ettiğinde, O'na önce geleceğimi söyledim; fakat sonra trafiğe takıldığımı, arabamın bozulduğunu ve gelmemin çok güç olduğunu söyledim. Oysa O'nun kapısının önünde, arabamın içinde, kucağımda çiçekler ağlıyordum o esnada...

Komplekslerim yüzünden bitti ilişkimiz aslı'nda. Ailesinin karşısına 'yaşımdan başımdan utanmadan' (!) nasıl çıkacağımı bilemedim. Babası bana hangi gözlerle bakacaktı?..

İlişkimiz o anda bitti...
***

Sonra birgün bir telefon aldım. Yıllar sonra, yeni yıla saatler kala... Telefonun diğer ucunda Consuela vardı, şöyle söylüyordu:

"David -Sir Ben Kingsley-, sana söylemem gereken çok önemli bir şey var ve bunu benden başkasından duymanı istemiyorum... Evinin yakınlarındayım gelebilir miyim?.."

0 yorum :

Yorum Gönder