Eastern Promises
Eastern Promises-2007 |
Benim aslımı yitirmemden kısa bir süre evvel bu kız, benimle birlikte Ukde Sineması'nda on ikinci sırada bulunan filmi izledi. On ikinci sırada bulunan filmin ismi Eastern Promises idi...
***
Anna -Naomi Watts- genç bir ebe. Londra'da bir hastanede çalışıyor ve günün birinde önüne 14 yaşında hamile bir kız geliyor. Kızcağız bebeğini doğururken can veriyor. Talihsiz olduğu her halinden belli bu kızcağız geriye bir bebek ve bir de günlük bırakıyor. Bıraktığı günlüğün her satırının Rusça oluşundan anlıyoruz ki kız Rusmuş.
Anna, bebeğin babasının kim olduğunu bulabilmek için en azından günlüğe el koyuyor ve işte hikaye bir nevi tam bu noktada başlıyor. Anna, ailesinin temelleri Rusya'ya dayanan bir kız. Rus kökenli bir aileden geliyor yani ve amcası Stepan'a -Jerzy Skolimowski- doğum esnasında ölen kızın Rusça tutulmuş günlüğünü götürüyor.
Amca Stepan günlüğü ayaküstü tercüme ediyor ve kafasını toparladığı zaman da yeğenine bulunduğu tek öneri şu oluyor: "bu günlük, ölen kızla birlikte gömülmeli!" Ortaya çıkıyor ki; tıpkı filmin soundtrack'inde de ölen kızın kendi sesiyle anlattığı gibi, kızcağız hayatının bir kısmını bu günlüğe işlemiş. İngiltere'ye nasıl ve niçin geldiğini, o düştüğü müşkül durumda hangi erkeklerin onu "kullandığını" ve bu erkeklerin ona tam anlamıyla "neler" yaptığını tek tek, kelime kelime, tüm açıklığıyla anlatmış kızcağız günlüğünde.
Ama dediğim gibi amca Stepan günlüğün tercümesi konusunda pek yardımcı olmuyor meraklı Anna'ya. Bu işlere burnunu sokmak istemediğini, yeğeninin de sokmaması gerektiğini ona en açık haliyle anlatıyor. Fakat Anna -belki de bu kısmıyla biraz hocanın söylediği "doğuyu anlamak" konusuyla uyuşuyor film- kendi Avrupai düşüncesiyle, "ne var ki korkulacak, ne olabilir ki? Giderim, kız öldüğünde üstünden çıkan kartvizitin ait olduğu restorana ve restoran sahipleriyle konuyu açık seçik görüşürüm. Bir sıkıntı olursa da polise başvururum!" naifliğiyle düşüyor yollara...
***
Vory z Zakone, sayıları dünya üzerinde 10.000'i bulan bir Rus mafya örgütü. Bir Türk sinema izleyicisinin daha iyi anlayabilmesi için şöyle diyelim: Vory z Zakone, Godfather'ın Rus versiyonu. Tam tercümesi de, araştırdığım kadarıyla "Hırsızlık Raconuna Uyan Suçlular" gibi bir şey...
***
Tabii Anna, ölen kızın üzerinden çıkan kartvizitin ait olduğu Rus restoranının sahiplerinin Vory z Zakone'nin önderlerinden olduğunu, motosikletiyle ve cebinde günlüğüyle yola düşerken bilemezdi... Ama en azından büyük sözü -amcasının sözünü- dinleyebilirdi.
Anna, restorana vardığı zaman karşısına çıkan üç baş karakterin hepsiyle o veya bu şekilde tanışmak zorunda kalıyor.
1-Semyon (Armin Mueller-Stahl): Rus restoranın sahibi ve mafya babası. Bebeğini doğururken ölen kızın vaktiyle yanında, restoranında çalıştığını hemen fark ediyor. Kızı hamile bırakanın kim olduğunu da pekala biliyor -ben de biliyorum, filmin heyecanı kaçmasın. Bunun için önlemini alıyor. Anna'ya günlüğü okuyup okumadığını soruyor. Anna da Semyon'u, Rus göçmeni olduğunu fakat Rusça bilmediğini söyleyerek geçiştiriyor. Anna içine düştüğü belanın güç de olsa farkına varıyor ama ne derler: "bir kez mafya işlerine bulaştın mı, bir daha paçayı kurtaramazsın!" Gerçekten de öyle oluyor. Semyon, günlüğü kopyasız haliyle eline geçirmeden Anna'nın peşini bırakmıyor.
Peki Anna'nın buna verecek bir cevabı var mı?..
2-Kirill (Vincent Cassel): Semyon'un harcıalem oğlu. Mafyanın gelecekteki lideri olacak olmasına rağmen çok yeteneksiz ve tek yaptığı kızlarla düşüp kalkmak, sarhoş olmak ve yeraltı dünyasında olmanın tüm nimetlerinden yararlanmak.
3-Nikolai (Viggo Mortensen): Semyon'un şoförü, aynı zamanda da mafyanın her türlü pis-bela işlerini yapan bir numaralı tetikçisi. Çok kuvvetli, fakat tek dezavantajı "aileden değil". Bu durumu başına iş açacak.
Bir de tabii Kirill'in en yakın arkadaşı. Zaman zaman aralarındaki ilişki laubaliliğe varsa da, her zaman için Kirill'den emir alan bir köle Nikolai.
Nikolai'nin Anna'yla da garip bir ilişkisi olacak. Mafyaya yakışmaz, denilebilecek türden bir ilişki. Ama yaşananları tüm detayıyla öğrendikten sonra, aslında mafyaya her şey mübahtır, deyip de çıkılabilinir işin içinden.
***
Yani özet olarak yolda yürürken bir çanta dolusu eroin bulduğunuzu düşünün. Bu eroinin durduğu çantanın içinden bir de kart çıkıyor şansınıza. Kartın üzerinde bir numara yazılı. Arıyorsunuz salak gibi, telefonun ucunda beliren çatallı ses size şöyle diyor isminizi de vererek: "telefonun artık bende var, polise gidersen ölürsün!"
Eastern Promises, işte böyle bir film.
***
Filmin yönetmeni kanadalı David Cronenberg iyi bir yönetmen olabilir. Herkes ona fevkalade büyük bir saygıyla bakıyor da olabilir, ama bu yine de benim onu beğenmem için bir sebep değil. Şimdiye kadar ilk dönem korku filmlerinden birkaç tanesini izlemeye gayret ettim. Sinemanın içine yaratıkların girmesini zaten hiçbir zaman onaylamadım; çünkü korku filmlerinin gerçekçiliğini kaybetmesi bence bu saçma sapan yaratık filmleriyle başladı. Bir Paranormal Activity bugün en korkutucu filmler arasına liste başından giriyorsa eğer, bunun bir numaralı sebebi Paranormal Activity'de hayatta inanasımızın gelmediği canavarlar görmememizdendir. Ortada bir belanın var olduğunu biliriz, ama bu belaya bir isim bulamayız. İşte film bu yüzden gerçek manada korkutucu olur. Paranormal Activity'de en azından bunu görüyoruz. Ya da The Blair Witch ile başlayan el kamerasıyla korku filmi çekme furyasının temeli de aynı noktaya dayanır. Dikkat eden, bunu rahatlıkla görebilir.
İşte bu yüzden Cronenberg'in ilk dönem filmlerini hiç sevemedim.
Ben aslında Cronenberg'in A History of Violence'ını da hiç sevmemiştim. Ukde Sineması Blog'ta da bunu yazdım zaten. Bence bugüne kadar Ukde Sineması'nda izlediğim en kötü ilk üç filme muhakkak girer A History of Violence...
Eastern Promises'ta da durum farklı değil. Bence güzel bir hikaye, berbat edilmiş. Filmin henüz ilk yirmi dakikasında konusunun nereye gideceğini, kimler arasında kavgalar çıkacağını ve hangi orta karakterlerin hangi saflarda yer alacağını bile çok rahat bir biçimde anlıyoruz.
Bu yanı, filmi gerçekten rezil etmiş. Ama A History of Violence'takine göre bir nebze daha iyi bir yönetmenlik performansı sergilemiş Cronenberg bu filmde, hakkını yemeyelim.
***
Oyunculuklara geçtiğimizdeyse, ortaya muhteşem profiller çıkıyor. Zaten Vincent Cassel için yorumum hep aynı. Eğer Fransız olmasından kaynaklanan o koyu aksanı olmasaydı, bugün Hollywood'un aranan oyuncusu olurdu. Yine de elinde olanları, en iyi şekilde değerlendirmesini pek iyi biliyor Cassel.
Viggo Mortensen, zaten harikulade. Bu adamın ABD'li olduğuna bir türlü inanasım gelmiyor. Yok efendim Danimarka asıllıymış. Yok efendim bilmem kaç yıl Arjantin'de yaşamış... Hepsi hikaye! Adam İspanyol filminde oynuyor, anadili gibi İspanyolca konuşuyor; yetmiyor, İspanyol aksanıyla İspanyolca konuşuyor. Dönüyor bir başka filmde Rus aksanıyla İngiliz İngilizcesi konuşuyor. Ve yabancı dergilerden okuduğuma göre aksanı muhteşemmiş.
Sadece aksan değil tabii Viggo Mortensen, çok daha ötesi. Fevkalade cesur ve yetenekli bir aktör. Bu film için uzun bir süre Rusya'da "tercümansız" kalıp, kendi karakterini içine monte etmiş. İyi bir aktörde olması gereken her türlü özellik var onda. Keşke biraz daha rol seçimlerinde dikkatli olsa. Onu iyi bir dramda da görmek zevkli olabilirdi.
Naomi Watts, bence zaten ABD'nin en başarılı aktrislerinden. 21 Grams'teki muhteşem performansı hala gözümün önünden gitmiyor. Eastern Promises'in çekimlerine başladığı zaman hamile olduğunu öğrenmiş ve ilk iki hafta bunu kıyafetleriyle gizlemeye çalışmasına rağmen kostümcü Denise Cronenberg durumu fark etmiş. Hamile bir kadın olarak ebe rolünü oynamak, ilk sahnesinde bebeğini doğururken ölecek olan bir kadını doğurtacak olmak çok enteresan ve bir hayli zor olmalı.
Naomi Watts da tıpkı rol arkadaşı Viggo Mortensen'in yaptığı gibi oynayacağı rolün içine girmek adına Londra'daki Whittington Hospital'da bir süre gözlemci olarak bulunmuş.
VE Armin Mueller-Stahl... Bence filmin yaldızlı yıldızı oydu! Uzun süredir sinemayla ilgilenen gençler olarak kendi aramızda ettiğimiz muhabbetlerde "acaba bugün The Godfather serisine bir yenisini ekleyecek olsak, Marlon Brando'nun ilk filmdeki rolünü kim oynardı?", diye sorarız. Sanırım cevabı çıktı ortaya: Armin Mueller-Stahl!!!
***
Birkaç notla toparlayalım yazıyı:
- Viggo Mortensen, film için vücuduna yaptırmak zorunda kaldığı dövmelere hayran kalmış. Bir ayak bileğinde "nereye gidiyorsun?", ötekindeyse "sana ne!" -biraz yumuşattım tabii tercüme ederken(!)- yazıyormuş Rusça. Bir tarafın diğerine ibadet etmemesini, muhteşem özgürlük olarak tanımlıyormuş Mortensen.
- Filmin genel anlamda doğuya karşı bir perspektif oluşturabileceği konusunda bir hayli kararsızım. Bir mafya ailesinden ve o ailenin davranışlarından doğuya karşı genel bir hükme varmak bir hayli zor. Ha, kastedilen kimi ailevi buluşmalar, kimi mimik ve hatta jestlerse; işte orasını bilemem... Hatta biraz daha ileri gidelim; batının işini hukuk, adalet sistemiyle çözmeye çalışması, fakat doğunun işini biraz daha "kendi yöntemleriyle" çözmeye gayret etmesiyse mesele... Bence bu biraz zalim bir "genelleme" olurdu, her genellemenin içinde yüksek miktarda zalimlik bulunduğu gibi.
- Vincent Cassel ile Viggo Mortensen'i aynı filmde görmek bana iyi geldi.
- Keşke Vincent Cassel'in daha çok sahnesi olsaydı.
- Vincent Cassel'in bir sahnede söylediği Rusça şarkıyı bakalım kaç dikkatli izleyici tanıyabilecek?
Önyargılardan ırak izlenmesi gereken hoş bir film Eastern Promises. Her hoş film gibi, meseleden uzak yanları da var tabii. Sonunda batıdan birileri dünyanın en belalı mafyalarının çıktığı Rusya'dan bir mafya filmi yaratmayı akıl etmiş, de denilebilir. Her ne kadar filmin içinde bir tane bile Rus bulunmasa da...
0 yorum :
Yorum Gönder