Elizabeth: The Golden Age

5 Ekim 2011 Çarşamba

Elizabeth: The Golden Age


Cate Blachett-Elizabeth: The Golden Age-2007


Ailemin tarihe ilgi duyan fertleri, belki de bugünlerde televizyonlarda dönen yabancı kraliyet dizilerinden dolayı sürekli Kraliyet aileleri ve içinde dönen entrikalar hakkında konuşur oldular. The Other Boleyn Girl gibi filmler, The Tudors gibi diziler ballandırıla ballandırıla anlatılıyorken aile meclislerinde, ben de bir Kraliyet filmini Ukde Sineması'na taşıyayım dedim. Elizabeth: The Golden Age filmi işte böyle yansıdı beyaz perdeye.

Film çok boş geldi bana. Ama bunun hakkında uzun uzadıya yazı yazmak bence hiç benlik bir durum değil; çünkü bu tarz "klasik eserler" pek benim kalemim değil, anlamam hiç. O yüzden daha net gitmek gerekiyor belki de. Yalnızca dört temel başlık altında incelemek lazım gibi geliyor filmi.

İsminden ve afişinde geçen üç üst isimden bahsedelim.

Ama önce genel hatlarıyla konu:

1588'li yıllara dönüyoruz filmde. Papayı arkasına almış bir İspanya Krallığı ve yasak elmanın tohumu Elizabeth önderliğindeki Britanya Krallığı karşı karşıya. (Niçin "yasak elma" diyorum Elizabeth için merak eden varsa, 1998 yapımı Shekar Kapur filmi olan Elizabeth'i izlesin muhakkak veya kendi imkanlarıyla araştırsın tabii.) 

İspanya Kralı Filip, taht konusunda hakkı yendiğini düşünen Mary Stuart ile, ki kendisi Elizabeth'in -Cate Blanchett kuzenidir ve tahtta gözü olduğu için Britanya'nın kuzeyinde ev hapsindedir, bir anlaşma yaparak Elizabeth üzerine ordusunu salar. 

Bir savaş yaşanacaktır.

Beri yandan da Elizabeth ile vatanının denizcisi Sir Walter Raleigh -Clive Owen- arasında bir çeşit duygusal etkileşim başlar. İşin içine entrika sokmamak olmaz, felsefesinden yola çıkılarak bir duygusal etkileşim de yine Sir Walter Raleigh ile Elizabeth'in nedimelerinden Bess Throckmorton -Abbie Cornish- arasında gerçekleşir. 

Böylelikle de bir aşk üçgeni oluşuverir.

'Şimdi gelelim şu dört önemli başlığa!'

1- Elizabeth: 'The Golden Age'

İngiltere tarihini iyi bildiğimden değil ama film boyunca filmin görkemli isminin gerekçesini anlamaya çalışarak izlemeye çalıştım her sahneyi.

Bizde Muhteşem Süleyman durumu vardır. Nedir efendim; Osmanlı topraklarını genişletebildiği kadar genişletimiş, hem denizde hem karada başarılı savaşlar vermiş bir padişahtan bahsediyoruz. Peki, bu başarı, isminin başına Muhteşem lakabını ekletecek kadar büyük bir başarı mıdır? Öyle görünüyor.

Diğer tarafta filmin ismi duruyor gözümün önünde. The Golden Age; Altın Çağ. Peki niçin altın çağ? Bunun onlarca açıklaması olabilir belki. Bu yazıyı okumakta olan ve İngiliz tarihini iyi bilen kimseler belki sinirlenebilirler; çünkü niçin bu döneme Altın Çağ dendiğini biliyorlardır. Ama ben bilmiyorum. Bilsem de, bilmiyormuş gibi izliyorum filmi. Dönüp araştırma yapmak zorunda mıyım? Açıp ansiklopedileri saatlerce okumak zorunda mıyım! Eğer sen bir film yapıyorsan ve eğer ismini THE GOLDEN AGE koyuyorsan, bana bu ismin nereden geldiğini de açıklamak zorundasın. Bana öyle bir izah etmelisin ki hem de bu durumu, ben filmin her saniyesinde "vay be, hakikaten de İngiliz tarihinin en parlak dönemi buymuş!" diyeyim. Ama öyle bir şey yok filmde. Yakınından bile geçmiyor hem de... Yalnızca entrikalar ve bir "görkemsiz" savaş. Hepsi bu...

Bu açıdan film, duvara ilk toslamasını yaşıyor. Yalnızca bunun için hem de!


2-Woman-Kadın

Geoffrey Rush
Bu açıdan diyecek pek bir söz yok. Bir kraliçenin aslında ne kadar yalnız olabileceğini -tıpkı bir kralın olabileceği gibi- film çok iyi anlatıyor. Her şeye sahip bir kadın, ama sevdiği adamı elde edemiyor. Tam elde ettiğini zannederken de, bir anda sevdiği adamın aslında kendinden bir başkasına aşık olduğunu öğreniyor. Sevdiği adamın ve en yakın nedimesinin çocuklarını kendi ellerinde kutsuyor vb. 

Bunlar gerçekten bence filmin en acı ve en "gerçekçi" yanlarıydı. Ama sanki bu da biraz fazla abartılmıştı. Öyle ki, kadının, kraliçenin yalnızlığından bahsedeceğim diye filmin eğilmesi gereken diğer hususlar anlatılamadan kalmıştı. Öyle çok çullanılmıştu ki kraliçenin yalnızlığına, ortada apar topar savaş sahnelerine geçiş ve bir anda aile içi drama yelken açmak gibi saçma sapan bir kopukluk peydahlanmıştı...

İkinci bir duvara toslama anı da işte burada yaşanıyor, ilki kadar vahim değil ama sonuçları...

3-Warrior-Savaşçı

Elizabeth, tahtta gözü olan kuzeninin ihanetini görünce onu idam ettiriyor. Bunun haberini alan Filip de donanmasını hazırlayıp basıyor Manş üzerinden Britanya'ya doğru geçiyor. 

İşte bu sırada muhteşem Elizabeth'i görüyoruz. Cate Blanchett dev bir yer haritasının üzerinde yürüyor. Saçma sapan bakışlar atıyor çenesini kaşıyarak ve sonunda bir karar veriyor. Çok elzem bir karar, aman dikkat! Nedir? Britanya savunulmalıdır. Vay anam vay! Kararın ustalığında bak! Bu zor kararından ötürü, Ukde Sineması'nda o sırada oturan herkes Elizabeth'i alkışladı tabii. Düşünsenize, biri sizin üstünüze doğru koşuyor, size kafa göz dalacak! O sırada büyük bir karar vermek çok zor tabii. Sizlik iş değil bu! İyisi mi siz kararı Elizabeth'e bırakın. "Kendini savunmak" gibi zor bir kararı (!) ancak o alabilir bu dünyada! Çünkü o bir Warrior; o bir savaşçı!

Peki ne oluyor bu büyük savunma hamlesinin ucunda? Elizabeth donanmasını salıyor memleketinin kıyısı olan dibindeki denize. Manş denizi hiç olmadığı kadar dalgalı. İspanya Kraliyet donanması -zaten onca yol yapmış- ilerleyemiyor denizde. Üzerine bir de Elizabeth'in donanmasının saldırısına uğruyor ve İspanyol donanması denizle bir oluyor. 

Ne oldu peki? Elizabeth mi kazandı savaşı, yoksa şansı yaver mi gitti? Resmen denizin çıkarttığı huzursuzluk sayesinde kadın savaş kazanmış; ama büyük İngiliz filmi tabii bunu şöyle yansıtıyor: "bu bir komutan başarısıdır, yaşa Savaşçı Elizabeth!"...

Ne demeli ki?.. 

4-Queen

Kraliçe yani. Kraliçe Elizabeth diye dillere pelesenk olmuş kraliçe bu muymuş, diyorsunuz filmin sonunda. Aşık ama aptal aşık. Film boyunca yemediği hakaret kalmıyor. Herkesle yüz göz. Bekareti hakkında saçma sapan espriler yapıyor. Bir adam seviyor, öpüşüyor, kısa zaman sonra aynı adamın çocuğunu kutsuyor. Kuzeninin ölüm fermanını imzalıyor, idam edileceği sırada kendini yerden yere atıyor üzüntüden.

Bu nasıl bir kuvvet? Her adımı aciz bir kraliçeymiş bu Elizabeth, filme göre.

Bizim Padişahları öp de başına koy bu Kraliçeyi gördükten sonra. Yeri gelmiş kardeşlerini öldürmek zorunda kalmışlar bizimkiler. Kendi elleriyle hem de... Kuzen nedir ki?..


'İşin özeti!'

Clive Owen
Film her açıdan sınıfta kalıyor. Her şey bitip de en azından şunu gördük, şu konuda zihnimiz açıldı diyebileceğimiz hiçbir şey yok filmde. Peki Blue Ray izliyoruz, son model hoparlörlerimiz var görüntüler nasıl derseniz çok net cevap vereyim: berbat! Savaş sahnelerinin bilgisayar yapımı olduğu bu kadar belli olamaz. Son Osmanlı Yandım Ali'nin görüntü yönetmeni veya prodüktörü daha çok çalışmışlardır filmleri için. 

Hiçbir şey alamadım filmden.

Oyunculuklar hakkında olumlu bir şeyler söylemek isterdim. Fakat acaba bir bana ilk izleyişte Geoffrey Rush'ın rolünü açıklayabilir mi? Ben pek anlayamadım da?..

Clive Owen ve Cate Blanchett'a söz yok. Her ikisi de alanlarının teki bence. Ama orada da şöyle bir problem çıkıyor ortaya. Ne kadar tanıyoruz ki biz gerçek Elizabeth'i ya da Clive Owen'ın karakteri Sir Walter Raleigh'i? Kaç videosunu izledik? "0"...

Gerçekte nasıllarmış bilinmez. Ama bir imge yaratıp, onun üzerinden oyunculuklarını sergilemek konusunda her ikisi de hiç fena değil. 

'Filmi En İyi Özetleyen Fıkra!'

Temel gazetedeki roman satış rakamlarını okuyunca bu işte para olduğunu anlamış ve roman yazmaya karar vermiş. Bir randevu koparmış "bestselırımız" Orhan Pamuk'tan ve ona sormuş çayını yudumlarken:

-Yau Oran uşuğum, ha bu nedur la? Nedur la bu işun sırri? Nasıl yazaysun ha uşuğum sen pu romanlari? Ne edeysun da pu kadar satayı ha senın bu romanlar?
-Basit iş Temelciğim!  Aristokrasiyi, seksi ve gizemi içeren bir başlık bul romanına, gerisini boşver! Türk okuyucusu bu üç unsuru içeren kitap isimlerine bayılır, içinde ne var bakmadan hemen kitabını satın alır!

Aylar geçer ve Temel uzun bir uğraş ve didinme sonucu romanını nihayet bitirir. Yine bir randevu koparır Pamuk'tan ve ona romanının ismini bir kalemde okur: "Kontesi Kim Becerdi?"

Orhan Pamuk bayılır bu isme: "Aferim Temelciğim. Kontes ile aristokrasiyi, Kim ve soru işaretiyle ile gizemi, Becerdi kısmıyla da seksi katmışsın, harikulade olmuş!" der ve devam eder, "fakat bir küçük bilgiyi sana aktarmayı unuttum. Eğer şu başlığa bir de dini katarsan, tadından yenmez, hemen sen de benim gibi bestselır olursun!"

Temel evinde döner, birkaç ay daha çalışır ve Orhan Pamuk'un kapısını bir kere daha çalar.

Orhan Pamuk sorar:

-"Ne yaptın? Değiştirdin mi kitabının ismini?"
-"Ha uşuğum, değiştirdim?
-"Oku bakayım, ne koydun ismini?"
-"Allah Allah, Ha Bu Kontesi Kim Becerdu da?"

***
Al sana Elizabeth: The Golden Age filmi: gizem, seks, din ve aristokrasi. Ama hepsi çakma!

0 yorum :

Yorum Gönder