Into the Wild

25 Haziran 2011 Cumartesi

Into the Wild


Emile Hirsch as 'Christopher Mccandless'
Christopher Mccandless

Çok basit bir soru vardır kendimize sormamız gereken. Çok basit ve su gibi akan bir soru. "Niçin varız?" Soru işte bu kadar basittir. Bir çırpıda sorarsın ve biter. Ancak o soru bir kere ağızdan çıkmayagörsün. Tüm bedenini kavurur, kavururken bedenini beynini dondurur, beynini dondururken avucunu hissetmezsin, ruhun uyuşur.

Bu soruyu soranla genelde dalga geçilir. Mütemadiyen ağza dolanır bu kimse ve toplumun maskarası edilene, pestili çıkarılana dek rahat bırakılmaz. Dedik ya toplum ve beraberinde gelen toplum baskısı her şeydir. Eğer on kişi hep bir ağızdan Galata Kulesi'nin denizin ortasında kırıttığını, Kız Kulesi'ninse Taksim-Tünel'de İstanbul sarhoşlarının işeme duvarı haline geldiğini söyleseler, on birinci buna inanır.

Bu iş böyledir. Sıkıntı on ikincidedir.

On ikinci buna inanmaz. İnanmaz ise ne olur?

  1. Yok arkadaş, ben bu lavuklarla takılmam, bu toplum benlik değil, benim sorularım var ve yalnızca soru sormasını bilenler cevaplandırılmayı hak ederler, der ve toplumun dışına çıkar.
  2. Yahu ben bu dünyada ne yapıyorum, benim görevim ne, dur bakayım başka zatlar da benim bu varoluşsal endişemi paylaşıyorlar mı?, deyip bu "varoluşsal endişelerini" yakınlarındakilerle paylaşırlar; anında da dalga geçilen kimse durumuna düşüp, toplumdan ister istemez dışlanırlar.
Yani her halükarda toplumdan koparsın bu soruyu sorarsan. 

Koparsın toplumdan çünkü artık her şeye farklı bakarsın. Yüzlerce lira harcayarak votka banyosu yaptığın geceler, anlamadığın müziklerle garsonlara çarpa çarpa dans etmek, artık hoşuna gitmemeye başlar. Karı-kız muhabbeti başlayınca sıkılırsın, giyim-kuşam sohbetlerinde miden bulanır ve biranda orayı terk etmek zorunda kalırsın.

"Ben aşığım hüleayn!" diye anırarak ağlayan ve muhtemelen sarhoş olmayarak sarhoş taklidi yapan arkadaşlarını yatıştırasın gelmez, onun yerine bir köşeye geçer sen de bir iki tek atarsın.

Sıtarbaks kafeye gitmek yerine Mustafa Amca'nın Danışman'ında çay içesin gelir. Mokiyato sokiyato yerine kallavi bir Türk kahvesi çeker canın.

Kız arkadaşına şiir okuyasın gelir, hatta hastalığın ilerlemişse şiir falan yazarsın.

Bir de ozan olursun yani...

Arkadaşların son model telefonlarıyla birbirlerinin fotoğraflarını çekerlerken; sen, telefonunu kırık tuşlarıyla seversin...

Ve tüm bunlar akranlarının hoşuna gitmez. Gitmez çünkü onlar bu soruyu kendilerine asla sormamışlardır. Onlar için eğitim vardır, iş başı yapmak, para kazanmak, evlenmek, çoluk çocuğa karışmak, gayrimenkul satın almak ve Muğla koylarından birine yelken açmak vardır. Olay budur. 

Oysa bu soru, başla başına bir köstek olur onlar için, yalnızca masum bir soru olmaktan çıkıp.

Şu yukarıda saydıklarımı bu "soru sormuşlar" asla yapamazlar. Çünkü anlamlandıramazlar.

Her yaptıkları eylemin öncesinde "neden?" derler, sonrasındaysa "sonra?".

-Neden üniversite? (önce) -Peki ya sonra, hadi üniversite bitti sonra ne olacak? (sonra)

Kimileri bu soruyu düşünerek ölürler; şanslılardır çünkü en azından bir gerçek uğruna kafa patlatmışlardır.

Kimileriyse bu soruyu sorup kendilerini toplumdan soyutlarlar; şanslıdırlar çünkü hayatlarını inanmadıkları bir toplumda, inanmadıkları kurallarla (kural denilen şeye de inanmazlar çoğu), inanmadıkları yapmacık insanlarla piç etmezler.

Sean Penn (sol tarafta) filmin yönetmeni
İşte Into the Wild bunu anlatır. 

Bu "tehlikeli" soruyu kendine sormuş bir çocuğun, toplumdan ve toplumun tüm getirilerinden biranda kopuşunu anlatır.

Filmin tamamı bu soruyu sormaya cesaret edemiyor tabii ki... Çünkü bu bir Amerikan filmi ve 1942 yılında, savaşın ortasında Roosevelt Oscar'lı Hollywood yönetmeni John Ford'u Beyaz Saray'a davet etti ve o gün Hollywood'ta Beyaz Saray'ın, Pentagon'da da Hollywood'un irtibat bürosu kuruldu.

Çünkü çoğu sinema yapan ülke böyle tehlikeli bir soruyu sormaya cesaret edemez. 

Çünkü herkes Godard değildir.

Çünkü herkes Zeki Demirkubuz değildir.

Çünkü birkaç ülke ancak bu cesareti gösterir, o da emin olun ABD değildir. ABD eğer kendini bu "hassas" soruyla alakalı bir film yapmaya adamışsa, bilmek lazım ki bu sorunun cevabını kendi lehine kullanacak bir yere bağlayacaktır. Nitekim de öyle oluyor. Lütfen filmi bu ayrıntıya dikkat ederek izleyin. 









Dip Not: Film Jon Krakauer'in aynı adlı romanından uyarlama. Romanı okumadım. Kitabın da, tıpkı filmdeki gibi; sonunda 'kapitalist endişelere' yer verip vermediğini bilmiyorum. Bu yüzden kitap ile filmi tamamen birbirinden ayrı tutmak gerekiyor. Filmde "soruzede" genç çocuk para kazanmak için Burger King'te çalışıyor oysa ki kitapta bu durum çocuğun para kazanmak için Mc Donald's'ta çalıştığı olarak anlatılıyormuş. Buradan acaba filmin içinde adı geçsin diye Burger King'in daha fazla para verdiğini çıkarabilir miyiz?

0 yorum :

Yorum Gönder