Welcome

14 Ocak 2014 Salı

Welcome


Welcome - Philippe Loiret (2008)


Bazı kelimeler vardır, mensubu olduğu dilleri konuşamasak da anlamlarını biliriz. "Merci" gibi, "No" gibi, "Okay" gibi ya da "Welcome" gibi kelimelerdir bunlar ve hayatımızda yer etmişlerdir. 

***

Hafta içi bir gün. Misafirim var. Misafirimin misafir olduğu ev, aslında kendi evi. Her ay kirasını ödediği, ocağının tüpü bitse yenilediği, içinde yemek yenebilsin diye para gönderdiği... Garip bir durum. Anlatılması zor, yersiz.

Koca gün oradan buraya koşturmuş, İstanbul'a geldiği vakit üzerine bir halsizlik çöker. Bu halsizlik mutsuzluğun tecellisidir bedeninde. Ayrılmak istemediğinden misafir olduğu evden, hava almaya balkona çıkası bile gelmez. 

Halbuki şehir de onundur. Şehri de gezmesi lazımdır. Bir kuvvet geçirir ayağına pabuçlarını, vurur kendini İstanbul sokaklarına. Aklı hep evinde ama...

...

Koltuğa boylu boyunca uzanmış, sesleniyor bana: "Haydi, bir film koy da izleyelim."

Bendeki filmler de öyle pek iç açıcı değil. Koysam bir tane, biliyorum uyuyakalacak. "Yok," diyor, "yemin verdim bak, uyumayacağım." Bakışıyoruz. Benim suratımda müstehzi bir gülümseme, onunkindeyse mahmur bir özgüven: "Uyumayacağım, söz!"

"Ben kahvemi alayım, sen o sırada filmi hazırla. Aşklı falan olsun, neydi şu Robert De Niro ile Monica Bellucci'nin filminin adı. Hah, işte onun gibi olsun. Komik."

Hayatımda bir kez elime geçmiş "Manuale d'Am3re (2009)" ayarında bir film, o da fenomen olmuş. İnanamıyorum. Fena film değil. Orası ayrı. Tıpkı evimin sahibesi misafirimin dediği gibi: "Komik, aşklı maşklı..."

...

Filmi koyuyorum.

Bir Fransız filmi. Nereden elime geçtiyse...

Welcome ismi, Bienvenue değil.

Simon Calmat (Vincent Lindon)
Philippe Loiret yönetmiş. Bir filmini izlemiştim. Je vais bien ne t'en fais pas (2006) diye bir filmdi. Ağbisini kaybeden (ağbisi vefat etmiyor, kayboluyor sahiden) bir kız kardeşin hikayesini anlatıyordu. Bir ayrılığı yani.

Welcome da böyle bir hikayeden dem vuruyor olabilir, diye gelişigüzel bir tahminde bulunuyorum. Yanılmıyorum.

Bilal (Fırat Ayverdi) isimli bir Kürt genci. Iraklı. Kendisi gibi, hayalleri olan bir grupla birlikte ülkesinden kaçıyor. Ülkeler arası geçişte kamyonlara doluşuyorlar. Sınırda koca kamyonların içi didik didik aranmıyor. Hiçbir sınır görevlisinin buna vakti yok. Onun yerine kamyonu örten brandanın altından bir alet sokuyorlar içeriye. O alet kamyonun kasasında nefes alınıp alınmadığını ölçüyor. Eğer nefes alındığı tespit edilirse kamyonun brandası kaldırılıyor ve köpeklerle içeriye doluyorlar sınır güvenlik memurları. 

Mülteciler işin formülünü bulmuşlar. Başlarına bir torba geçiriyorlar kontrol anında, o torbanın içinde nefes alıyorlar. Denetleme aleti bir tek o zaman fark etmiyor kamyonda nefes alınıp verildiğini.

Bilal, başına bu torbayı geçiremiyor. Türkiye sınırında Türk askerleri, kafasına torba geçirip ona işkence etmişler. Bu kötü hatıra yüzünden torbayla arası kötü.

Fransa üzerinden İngiltere'ye ulaşmak Bilal'in amacı. Torbayı geçiremediğinden başına, Fransa'da yakayı ele veriyor.

Fransa izin veriyor Bilal ve içinde bulunduğu gruba, bir süreliğine politik sığınmacı olarak ülkede kalmalarına. 

Fransa'nın kuzeyinde bir şehir. Yüzlerce, hatta belki binlerce Iraklı sığınmacı. Şehirde kol geziyorlar. Şehir ahalisi memnun değil. Kimse yemek bile vermiyor mültecilere. Süper marketlere alınmıyorlar, bir restorana girip karınlarını doyurmak bir yana dursun. 

Bilal akıllı çocuk. Yıkanmaları lazım. Hemen cebindeki az parayla bir yüzme salonuna gidiyor, yüzme kurslarına yazılıyor. Bu sayede hem yıkanabiliyor, hem de hayaline erişme yolunda "koca" bir adım atıyor.

Bilal'in hayali yüzerek Manş denizini geçmek ve İngiltere'ye varmak.

Bu yolda ona, biraz da istemsizce, tek bir kişi yardım ediyor: Yüzme hocası Simon Calmat (Vincent Lindon).

Simon Calmat'nın hayatı da pek iyi gitmiyor. Bilal'e yardım etmesi de bu yüzden. Sonradan öğreniyoruz ki Bilal'in İngiltere aşkı boşuna değil. Orada bir sevgilisi var. Yıllar önce Irak'tan İngiltere'ye göçmeyi başarmış bir kız arkadaşı...

Calmat'nın Bilal'le tanışması, tam da karısından ayrılmasına denk geliyor. Sevdiği kadın, burnunun dibinde ama ona erişemiyor. Artık ilişkileri bitmiş. Uğraşmamışlar da pek. İnceldiği yerden kopmuş yani. Bilal'in sevgilisi ama, koca bir denizin ötesinde, buna rağmen çocuk aşkından vazgeçmemiş. Calmat bunu fark ediyor. Küçücük bir zavallı çocuğun aşkı uğruna ısrarı, ona kendi hayatını anlaması yolunda yardımcı oluyor. 

Calmat Bilal'e yüzme dersleri veriyor. Ona kalacak bir yer, karnını çatısı altında doyuracak bir yuva veriyor. Tabii bu durum Calmat'nın komşularının dikkatini çekiyor. Birileri Calmat'yı polise şikayet ediyor ve Calmat'nın başı ciddi manada belaya giriyor. 

Atılmadık iftira kalmıyor üzerine. Peki umurunda mı?

Bir gün Calmat, polislere evini açtıktan, onlara bir şekilde Bilal'e yardım ve yataklık etmediğini kanıtladıktan sonra kapısının önüne çıkıyor. Gözü, onu polise şikayet eden komşusunun kapısının önündeki paspasa takılıyor. Paspasta şu kelime yazılı: "Welcome."

***

Filmi izliyorum. Film bitiyor. Gözlerimde yaşlar. Başımı kaldırıyorum. Evimin sahibi misafirime bakıyorum. Kahvesi yarım, sigarası kendi başına kültablasında ölmüş... Misafirim çoktan uyuyakalmış.

Merci gibi, Yes gibi, Okay gibi biliyorum ben de Welcome'ın anlamını. Ama hangi ölçüde içselleştiriyorum manasını?

0 yorum :

Yorum Gönder