Der Baader Meinhof Komplex

12 Ocak 2014 Pazar

Der Baader Meinhof Komplex


Der Baader Meinhof Komplex-2008 (Uli Edel)


"Gezi'de yaşadıklarımız hayal kırıklığıydı. Binlerce kişiyi yönlendirme kabiliyetine sahip olduğumuzdan emin bizler toplanmış, eylemin nereye gideceğini konuşuyorduk. Evet, medyanın, dolayısıyla toplumun ilgisini çekmeyi başarmıştık ama işin bir sonraki safhasına geçemiyorduk. İşin bir sonraki safhası derken 'taleplerimizi kabul ettirmek'ten bahsediyorum..."

Birkaç hafta önce Gezi Direnişi'nde aktif bir rol oynadığını iddia eden bir arkadaş, işte bu sözlerle isyan ediyordu yaşananlara. 

Arkadaş sözlerine şöyle devam ediyordu: "Şehrin göbeğindeki o 'sembol' parkta uzun süredir sabahlıyorduk. Başka hiçbir şey yapmıyorduk. Bu süre o kadar uzamıştı ki, artık o 'pasif' halimiz kanıksanmış, tehlikesiz görülmeye başlanmıştı."

"Bir şeyler yapmalıydık!"

"Bir şeyler yapmak zorundaydık!" dedi arkadaş. "Böyle giderse, bir sıkımlık canımız olduğu ortaya çıkacak; biz de bu süreci 'sıfıra sıfır, elde var sıfır' şeklinde kapayacaktık... Nitekim de öyle oldu."

Başını öne eğmişti dert yanan arkadaş. Bir başka arkadaş sordu: "Peki ne yapılabilirdi? Yani... Demek istiyorum ki... Sürecin senin dediğin gibi sonlanmaması için, taleplerinizin kabul görmesi için, sahiden, sence ne yapılabilirdi?"


Brigitte Mohnhaupt - Nadja Uhl

Dert yanan arkadaş, öteki arkadaşın sorusuyla başını gömdüğü ayakuçlarından kaldırdı ve konuştu, gözlerinde öfkenin ateşi yanıyordu: "Molotof kokteyli yapılabilirdi, Beyoğlu'nun herhangi karakolundan bir polis rehin alınabilirdi... Birçok şey yapılabilirdi, ama yapılmadı! O zaman anladık ki, Cihangir-Nişantaşı tayfasıyla devrim mevrim yapılmıyormuş..."

"Der Baader Meinhof Komplex ve Pasif Direniş."


1955 yılında Alabama eyaletinin Montgomery kentinde, toplu taşıma araçlarına karşı bir pasif direniş başlatıldı. Rosa Parks, siyahi bir terzi, bir otobüste yolculuk ediyordu. Bir beyaz geldi ve kendisinin daha üst bir ırka mensup olduğu gerekçesiyle Rosa Parks'tan yerini kendisine bırakmasını istedi. Rosa Parks bunu reddedince yargılandı. Bu olayın üzerine sivil itaatsizlik başladı ve siyahiler toplu taşıma araçlarını kullanmadılar.

Kan yok, ölü yok, ceset kokusu yok.



Pasif direniş işte budur. 

Şimdi filme dönelim.

Almanya'da, 1970'li yıllarda geçiyor film. Bir sol örgüt var başrolde; Batı Almanya'nın en bilinen sol örgütü RAF, yani Rote Armee Fraktion; Türkçesiyle Kızıl Ordu Fraksiyonu

Bir diğer isimleri de, ele aldığımız filme adını veren Baader-Meinhof Örgütü

Kendisini "şehir gerillası" olarak tanımlayan bu örgüt, Almanya'da bir dönem çok etkili olmuş, öyle ki Türkiye'de bile büyük oranda biliniyor. (Sol literatür Türk gençliğine her daim yasak tutulduğundan, belki 90 kuşağı çok iyi bilmiyor olabilir ama öncekiler, en azından televizyondan-gazeteden, Baader-Meinhof Örgütü'nün ismine aşinalar.)

2008 yılı Alman yapımı olan Der Baader Meinhof Komplex, işte bu örgütü anlatıyor. Başlangıcıyla, eylemleriyle ve sonlarıyla. Fikirlerine bağlılıklarını, bu uğurda neler yapabileceklerini ve yaptıklarını. 

11 Mayıs 1972, Birleşmiş Milletler kışlalarının bombalanması (1 ölü 13 yaralı),

7 Nisan1977, Karlsruhe, Federal savcı-generali Siegfried Buback'in öldürülmesi, (Şoför ve bir yolcu öldürüldü)
gibi, bir dizi eylemleri var. Daha doğrusu bu eylemler RAF'a atfedilmiş. (Kaynak: Vikipedi)

Bu eylemler filmde etkileyici bir görsellikle anlatılıyor. 

Bombalı saldırılar, adam kaçırıp infaz etmeler; hep terörizme göz kırpan eylemler... 

Nazi kuşağının çocukları sayılacak Andreas Baader, Ulrike Meinhof ve Gudrun Ensslin örgütün yöneticileri konumunda, "faşizmin yeni yüzü" olarak tanımladıkları Alman devletine karşı başkaldırmış vaziyetteler. Nazi geçmişinden gelen bir dizi Alman'ın ABD emperyalizmine kol kanat gerdiği iddiasında olan bu gençler, bir süre sonra "insanlık namına" diye giriştikleri davalarında kendi insanlıklarını kaybediyorlar.

Bu gerçeği de görüyoruz filmde.

Uzun süre polise yakalanmadan eylemlerine devam ediyorlar ancak sonunda bir şekilde yakayı ele veriyorlar.


Ulrike Meinhof - Martina Gedeck

Davaları görülüyor görülmesine ama asıl sorun, dışarıda devam eden örgüt faaliyetleri. Örgütün elebaşları evet içeride, ancak fikrin savunucusu yepyeni gençler dışarıda. Onlar yakalanacak olsalar, bu sefer başkaları aynı ismin altında "eylemlere" devam edecekler.

Bu güzel bir şey gibi gelebilir, fikre bağlılık, davaya sadakat...vb. Ancak sorun şu ki; Ulrike, Andreas ve Gudrun'u kapsayan "kurucu grup", eylemlerinde asla sivilleri hedef almadıklarını savunuyorlar. Oysa dışarıda örgütün adını kullanarak eylem yapan "yeni gelenler", gerçekleştirdikleri eylemlerle sivillerin de canlarına kastediyorlar. 

*** 

Sivil İtaatsizliğin, ya da daha bilinen adıyla Pasif Direnişin en belirgin tanımı nedir? ABD'li filozof John Rawls'a göre sivil itaatsizlik: Yasaların ya da hükumet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen(aleni), şiddete dayanmayan, vicdani ancak yasal olmayan politik bir eylemdir.

Pasif Direnişi, diğer eylemlerden ayıran en önemli faktör, "şiddete meyyal olmama durumu"dur. 

Gezi Parkı da bu yüzden güzeldi. Şiddete meyletmeyen kimselerin direnişiydi. Bu yüzden direnişti zaten ismi. Bu yüzden Gezicilere "terörist" yaftasını yapıştırmak isteyenlere gülünüp geçildi. Gezi'ye, 12 Eylül döneminde evlatlarını "aman bulaşma!" diye tembihleyen anneanne-dedeler bu yüzden destek verdi. Torunlara, evlatlara karışılmaması, hatta onların desteklenmesi hep bu yüzdendi. 

Bıçağın kemiğe dayanması da vardı tabii gerekçe olarak, ama o ayrı. 

***

Yazının başında kulaklarını çınlattığım "şiddet yanlısı" arkadaşımı selamlıyorum. Ve ona, bu filmi izlemesini öneriyorum. Anarşizme lafım yok, terörizmi benimseyene de. "Benim fikrim o kadar doğru ki, dünyaya öyle büyük hayırlar getirecek ki, bu uğurda birkaç insan ölse yeridir!" diye bağıran zihniyete de saygım var. Ama böyle insanlarla işim yok. 

Molotof kokteyli ile bir yeri bombalayıp sivillerin ölmesine sebebiyet verme, insan kaçırıp zarar verme (insan kaçırma değil tek başına, canına kastetmekten bahsediyorum)... Gerçekten sol, gerçek sol bu mu? 

Bir tarafta fikrine saygı duymadığı aydınların otelini yakan zihniyet, karşısında daha beter can yakan bir zihniyet mi olmalı? Bunun ortası yok mudur? Bağırmadan derdini anlatmak mesela? Ya da bir hedefe kitlenip öylece durmak, üzerine gazla-tazyikli suyla yürüyen polisin üzerine karanfiller atmak gibi...

Filmin üzerine teknik yüzlerce satır yazılabilir. Ama filmin bana düşündürdüğü bir bu durum oldu. 

Şiddet, haklı da olsan benimsenir mi? Benim bu soruya verecek bir cevabım var. Ama Der Baader Meinhof Komplex filminin cevabı, sanırım daha çarpıcı. 

(Not: Yazıdaki tüm yorumlar, filmden, filmin anlattığından yola çıkılarak yapılmıştır. Filmin hangi ölçüde kurmacaya kaçtığı, gerçekten tam anlamıyla koptuğu bilinmemektedir.)

0 yorum :

Yorum Gönder