The Reader-Okuyucu

4 Eylül 2010 Cumartesi

The Reader-Okuyucu



Filmler maalesef izlenme sıralarına göre değiller… Bu sebepten ilk aklıma gelenle başlıyorum:

“the reader”

Film, eski bir kadın Nazi gardiyanın hayatını anlatıyormuş gibi yaparak, aslında eşi benzeri olmayan bir merhamet duygusunu işliyor. Demek istediğim, yorumumun ilerleyen satırlarında belirginleşecektir.

On altı yaşında olan bir genç çocuk, bir eski Nazi gardiyanıyla cinsel ilişkiye girer. Hem çocuğun yaşı itibariyle, hem de Nazi gardiyanın çocuğa karşı olan yaklaşımı sebebiyle, çocuk Nazi gardiyana âşık olur. Bu bir problem değildir çünkü Nazi gardiyan; yani Hanna Schmitz-Kate Winslet, genç çocuğa; yani Michael Berg-David Kross, istediği her şeyi vermeye razıdır. Fakat Winslet, çocuğun tüm bu cinsel beklentilerini karşılaması karşılığında kendisinden tek bir şey bekler; o da kendisine kitap okuması.

Bu aslında filmin bize yansıtmak istediği merhamet duygusunun ilk elle tutulur, gözle görülür belirtisidir. Bir Nazi düşünün, binlerce kişinin katline sebep olmuş, bir çocukla yasak bir ilişkiye giriyor ve tek beklentisi kendisine kitap okunması.
Bu detay ilgimi çektiği anda içimde korkunç bir önyargı beliriverdi. Kendi kendime şu soruyu sordum:

-“Acaba bu Oscar adayı film bize Nazilerin aslında içlerinde çok naif olduklarını mı söylemeye çalışıyor?”.

Film ilerledikçe bu belirtiler devam etti.

Ve ben bu soruma tam anlamıyla cevap bulamadan film bitti.

Aklımda kalanlar:

-Film boyu rezalet bir makyaj izledim. Bilhassa Kate Winslet’ın yaşlanmış halini görünce Türk yapımlarla bir daha dalga geçmeme kararı aldım.

-Kabul etmeliyim ki; çocuğun kasetler boyu, kitap okuyuşunu izlemek ve de onları alan Kate Winslet’ın kasetleri dinleyerek okumayı ve yazmayı öğrenmesinin mümkün olup-olmayacağını, biraz da kıskanarak, düşünmek hoşuma gitti.

-Kate Winslet’ın o sarkık göğüsleri ve çekicilikten son derece uzak vücudunu görmek beni hiç, ama hiç mutlu etmedi.

-Çocuğun ettiği şu laf,” I'm not frightened. I'm not frightened of anything. The more I suffer, the more I love. Danger will only increase my love. It will sharpen it, forgive its vice. I will be the only angel you need. You will leave life even more beautiful than you entered it. Heaven will take you back and look at you and say: Only one thing can make a soul complete and that thing is love.”, bana biraz ucuz geldi…

Filmin ana noktası:

Acaba, o kamplarda, Nazi felsefesine inanmayanlar da görev aldılar mı? Eğer aldılarsa sanırım en acısı onlarınki olmalı. Düşünsenize; eğer bir idealiniz varsa, o ideal uğrunda mutlu ölürsünüz. Ama eğer inanmadığınız bir şeyin uğrunda savaştıysanız ve hatta inanmadığınız o şeyin uğrunda öldüyseniz, işte durum o zaman can sıkıcı hala gelir. Kate Winslet, işte bana bu kaza kurbanlarından biri gibi geldi… Hepsi bu.

0 yorum :

Yorum Gönder