The Great Gatsby
The Great Gatsby-2013 (Baz Luhrmann) |
"Babam birçok konuda eğitim almamı sağladı; salon dansından resme, komando eğitiminden tiyatro ve sihre kadar... Vietnam'da savaş fotoğrafçılığı yaptığı için çok küçük yaşta ben de fotoğrafçılığı öğrendim. Hikaye anlatmam ve onları sergilemem çok doğal bir şekilde gerçekleşti."
Baz Luhrmann
Edebiyat eserlerinin beyaz perdeye aktarımıyla ilgili sorunlar sık sık sinema eleştirmenlerinin kalemine yansır. İnsanlar bu konu üzerinde düşünürler. Sıradan bir sinema seyircisi bile sevdiği ya da en azından okumuş olduğu edebiyat eserinin sinemadaki uyarlamasına dair bir görüş bildirmek ister. "Güzel olmuş" ya da "olmamış"tan ziyade doğru yorum bence "farklı olmuş"tur. Çünkü edebiyat eseri okunduğu zaman okuyucunun kafasında bir şekle bürünür; izlendiği zaman ise, yönetmenin-senaristin kafasındaki hali ortaya çıkar. Şayet okuyucunun kafasındakiyle, yönetmen-senaristin kafasındaki örtüşmüyorsa problemler başlar.
Bence okuyucu açısından işin püf noktası; uyarlama eseri izlerken, eserin kafasındaki halinden kurtulması, sanki o güne kadar hiç bir bilgisi olmadığı herhangi filmi izliyormuş gibi esere yaklaşmasıdır. Yönetmen açısından ise başarı; okuyucunun kafasındaki aramaktan ziyade, "bu eser sinema için yazılmış olsaydı, nasıl olurdu?" sorusuna cevap aramasında yatar.
Baz Luhrmann bence, edebiyat dünyasının başyapıtlarından olan bu eseri, işte bu soruyu sorarak çekmiş: "The Great Gatsby, sinema için yazılmış olsaydı nasıl olurdu?"
***
Biraz Zweig'vari bir üslubu var eserin yazarı Francis Scott Key Fitzgerald'ın. Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın çoğu eserinde olduğu gibi; bir adam, bir başka adam ile tanışır ve o "başka adamın" hikayesini anlatır. Satranç, Amok Koşucusu... hep böyledir.
***
1922 yazında, ABD'deyiz. Lüks yaşantılara, asalete, şana ve şöhrete açılan bir rüyalar kapısından geçiyoruz ve Nick Carraway ile tanışıyoruz. Şu Zweig'ın çoğu zaman sesi olan anlatıcılarından bahsettim ya; The Great Gatsby'nin de "anlatıcısı" Nick Carraway (Tobey Maguire). Bir adamla tanışıyor ve onun hikayesini anlatıyor.
New York, Long Island'ta masallardan kaçıp gelmiş, devasa bir konak-köşkün dibinde, küçücük, bahçeli bir evde oturuyor Nick. Tam deniz kıyısında.
Konak, dedik; köşk, dedik ama bence Carraway'in dibinde oturduğu o jigantesk yapı tam bir kâşâne. Farsçadan gelen bu kelime, onca isim arasından bence Carraway'in tam yanında yaşadığı o yapıyı en başarılı tasvir edeni, anlamı şu; büyük, süslü köşk, saray gibi yapı.
Sahneler ilerledikçe görüyoruz ki, Carraway'in oturduğu kıyının tam karşısında, devasa bir kâşâne daha var ve bu kâşânede Carraway'in kuzeni Daisy (Carey Mulligan), eşiyle beraber yaşıyor. Lüks bir hayat, yüksek standartlar, para, para ve para...
Daisy'nin eşi, yani Carraway'in "eniştesi" (?) Tom Buchanan (Joel Edgerton), Nick ile eğitim hayatlarından arkadaşlar. Tabii Tom o zamanki Tom değil. Vaktiyle sporla ilgilenen bu zengin adam, kendisine kalan mirastan sonra, artık bambaşka bir adam olmuş. Spor onun için biraz zayıflık. Sporla ilgilenir, ama ancak mühim maçlara en pahalı yerlerden bilet alıp onları izlemeye giderek. Yoksa gençliğindeki gibi bir spor sevdası, onun mertebesinde bir zengin için "gülünç".
Tom, Nick'i çok sever. Beraber takılırlar. Bir gün Nick, Tom'un karısını, yani Nick'in kuzinini aldattığını görür. Bu durum hiç hoşuna gitmez, ama ses de edemez.
Dedik ya, Nick bu hikayenin anlatıcısı. Ses eder de kötü gidişata son verirse, hikayesi yarım kalır, anlatacak bir şeyi kalmaz...
***
Günün birinde Nick'in yanı başındaki kâşânede verilen olağanüstü partiler, harcanan bunca para, ihtişam, görkem... ilgisini çeker ve sormaya başlar: "Acaba komşum Jay Gatsby kim?.."
Kısa zaman sonra kendisine bir davet gelir. Jay Gatsby denen bu esrarengiz adam, Nick'i partilerinden birine davet eder. Nick, Gatsby'nin davetine icabet ettiğinde, Gatsby hakkında herkesin atıp tuttuğunu ama aslında bu adam hakkında kimsenin en ufak bir fikri dahi olmadığını fark eder. İçindeki merak, bu adama karşı, arttıkça artar.
Bu merak uzun zaman geçmeden dizginlenecektir; Jay Gatsby bir gün Nick'in karşısına çıkar. Bu gencecik ve bir o kadar yakışıklı adamın tek bir beklentisi vardır; Nick'in kuzini Daisy'yi yıllar sonra tekrar, ama bu sefer zengin ve asil bir adam olarak görmek ve içinde bu sarışın kadına karşı muhafaza etmeyi başardığı aşkı, bir kere de gerçek sahibine, Daisy'ye sunabilmek...
Hikayenin sonunu vermemek için özeti burada keselim ve filme dair tuttuğum notlara bakalım:
Konak, dedik; köşk, dedik ama bence Carraway'in dibinde oturduğu o jigantesk yapı tam bir kâşâne. Farsçadan gelen bu kelime, onca isim arasından bence Carraway'in tam yanında yaşadığı o yapıyı en başarılı tasvir edeni, anlamı şu; büyük, süslü köşk, saray gibi yapı.
***
Daisy Buchanan (Carey Mulligan) |
Sahneler ilerledikçe görüyoruz ki, Carraway'in oturduğu kıyının tam karşısında, devasa bir kâşâne daha var ve bu kâşânede Carraway'in kuzeni Daisy (Carey Mulligan), eşiyle beraber yaşıyor. Lüks bir hayat, yüksek standartlar, para, para ve para...
Daisy'nin eşi, yani Carraway'in "eniştesi" (?) Tom Buchanan (Joel Edgerton), Nick ile eğitim hayatlarından arkadaşlar. Tabii Tom o zamanki Tom değil. Vaktiyle sporla ilgilenen bu zengin adam, kendisine kalan mirastan sonra, artık bambaşka bir adam olmuş. Spor onun için biraz zayıflık. Sporla ilgilenir, ama ancak mühim maçlara en pahalı yerlerden bilet alıp onları izlemeye giderek. Yoksa gençliğindeki gibi bir spor sevdası, onun mertebesinde bir zengin için "gülünç".
Tom, Nick'i çok sever. Beraber takılırlar. Bir gün Nick, Tom'un karısını, yani Nick'in kuzinini aldattığını görür. Bu durum hiç hoşuna gitmez, ama ses de edemez.
Dedik ya, Nick bu hikayenin anlatıcısı. Ses eder de kötü gidişata son verirse, hikayesi yarım kalır, anlatacak bir şeyi kalmaz...
***
Günün birinde Nick'in yanı başındaki kâşânede verilen olağanüstü partiler, harcanan bunca para, ihtişam, görkem... ilgisini çeker ve sormaya başlar: "Acaba komşum Jay Gatsby kim?.."
Kısa zaman sonra kendisine bir davet gelir. Jay Gatsby denen bu esrarengiz adam, Nick'i partilerinden birine davet eder. Nick, Gatsby'nin davetine icabet ettiğinde, Gatsby hakkında herkesin atıp tuttuğunu ama aslında bu adam hakkında kimsenin en ufak bir fikri dahi olmadığını fark eder. İçindeki merak, bu adama karşı, arttıkça artar.
Bu merak uzun zaman geçmeden dizginlenecektir; Jay Gatsby bir gün Nick'in karşısına çıkar. Bu gencecik ve bir o kadar yakışıklı adamın tek bir beklentisi vardır; Nick'in kuzini Daisy'yi yıllar sonra tekrar, ama bu sefer zengin ve asil bir adam olarak görmek ve içinde bu sarışın kadına karşı muhafaza etmeyi başardığı aşkı, bir kere de gerçek sahibine, Daisy'ye sunabilmek...
***
Hikayenin sonunu vermemek için özeti burada keselim ve filme dair tuttuğum notlara bakalım:
Tom Buchanan (Joel Edgerton) ve Daisy (Carey Mulligan) |
- The Great; yani "Muhteşem" Gatsby, bence çok güzel bir film olmuş. Bu filmi izleyen çoğu tanıdığım bana çok sıkıcı olduğunu söylemişti. İzlerken ben, bu eleştiriye anlam veremedim. Belli ki bu tanıdıklarım 1974 yapımı Francis Ford Coppola'nın Gatsby'sini izlememişler. 74' yapımı Gatsby 144 dakika, 13' yapımı olan ise 143. Yani süreleri aşağı yukarı aynı, ama bir tanesi (74'yapımı olan) ilerlemezken, 13' yapımı olan bence akıyor.
- Film için "güzel olmuş" dememin başlıca sebebi, ben de romanı okurken, tıpkı filmin yönetmeni Baz Luhrmann gibi daha müzikal bir eser hayal etmiştim. Danslar, güzel müzikler, daha müzikal tadında diyaloglar... Hepsi vardı filmde. Üstelik anlattığı konunun sertliğini bozmayacak şekilde, inandırıcı ve muhteşem oyunculuklarla bezenmiş...
- The American Dream, Amerikan Rüyası; çok çalışma ile hem başarının, hem şöhretin, hem de paranın elde edilebileceğini savunan bir düşünce biçimi, geleneğidir özetle. Ne var ki bu gelenek 19. yüzyılda bir parça değişikliğe uğramış, yerini "çabuk çabuk zengin olmanın" mümkün olduğu bir ABD'ye bırakmıştır. Fitzgerald'ın da eserinde anlatmak, eleştirmek istediği bu "Amerikan Rüyası" muhabbetiydi. I. Dünya Savaşı sonrası ABD'si, o dönemde peyda olan Afroamerikan müzikleri, hep Fitzgerald'ın ilgisini çekti. Bu yüzden kitabında anlattığı çağa "Caz Devri" demeyi tercih etti... Renkli, paranın bol olduğu, rüya gibi; sahte ama daha efsunlu bir devri kaleme almak istemişti Fitzgerald. Luhrmann da Fitzgerald'ın bu gayesine saygı duymuş, bu erekten kopmamış. Film müzikal tadında.
- Filmin müzikal tadında olmasına şaşırıyor muyuz? Hayır; çünkü Romeo + Juliet (1996), Moulin Rouge! (2001) hep bu Avusturalyalı yönetmenin, müzikal bir üslupla beyaz perdeye taşıdığı hikayeler... Doğrusu da bu bence. Bu eserin en iyi çekilebileceği üslup hakikaten de müzikal biçem.
- Daisy Buchanan rolü için Carey Mulligan, hiç iyi bir tercih değil. Daisy'nin daha seksi, daha masum ve daha "güzel" olması lazım bence. Ya da ben kitabı okurken öyle hissettim de, ondan böyle söylüyorum. (Bunun bir beklenti hatası olduğunu vurgulamıştım yazının başında.) Ama dediğimi destekler bir bilgi vereyim: Daisy rolü için düşünülmüş isimlerin küçük bir listesi: Amanda Seyfried, Rebecca Hall, Rachel McAdams, Keira Knightley, Blake Lively, Abbie Cornish, Michelle Williams, Natalie Portman, Eva Green, Anne Hathaway, Olivia Wilde,Jessica Alba ve Scarlett Johansson... Yani Carey Mulligan ha deyince kapmamış rolü... Peki benim adayım? Tabii ki Scarlett Johansson.
- Aynı şeyi Tom Buchanan rolü için de söyleyebiliriz. Yani birçok kişi düşünülmüş bu rol için. Bradley Cooper, Luke Evans hatta Ben Affleck... Ama bence Joel Edgerton iyi bir tercih olmuş.
- Di Caprio için de bir şeyler söyleyelim. The Great Gatsby'nin fragmanları dönmeye başladığı zaman etrafta, Gatsby rolünü Di Caprio'nun oynadığını öğrendiğimde birazcık üzülmüştüm. Bu rol için Brad Pitt'i daha uygun buluyordum. Sonra dedim ki, bir önceki Gatsby'yi oynayan Robert Redford ile Brad Pitt arasında büyük bir fiziksel benzerlik var, belki de yönetmenin "başka bir şey" araması daha iyi olur... Şimdi diyorum ki; tamam, Leonardo Di Caprio büyük oyuncu ama ben hala Brad Pitt'te diretiyorum.
Güzel bir film ama son noktayı bu sefer filmin müzikleriyle koyalım. Harikalar! Son dönem meşhur olmuş birçok şarkıyı, dönemin müziğine dönüştürmüşler. Hep birer şaheser. Favorim ise "A Little Party Never Kill Nobody (All We Got)" ve Lana Del Rey'den "Young and Beautiful"...
Edininiz old sport'lar!
0 yorum :
Yorum Gönder