A Late Quartet

25 Ağustos 2013 Pazar

A Late Quartet


A Late Quartet-2012 (Yaron Zilberman)


Eski bir tapınak yazıtı diye ortalarda dolaşan bir sözdü "sevdiğin işi yaparsan, ömrün boyunca çalışmazsın"... Sonra bu sözün Konfüçyus'a ait olduğu iddia edildi. En son "yok canım, Sartre demiş onu!" haline gelince sözün hikayesi, işler iyice sarpa sardı ve üzerine düşünülmesi -zaten gereksizdi-, iyice gereksiz oldu...
Önemli olan bu sözü kimin söylediği değil, sözün doğru olup olmadığı...

Elbette ki kimi istisnalar barındırıyordur bu yaklaşım. Ama şöyle bir bakıldığı zaman işinden memnun olan insana işi, sanki külfet gibi görünmez. "Ben bir şeyler yapıyorum ve bu para ediyor" misali...

İnsanın varoluş sebebi, işi olmayabilir. Dünyaya resim yapmak için geldiğini düşünürsün, ama bankacısındır.

İşte bu ikisi tuttuğu zaman, bir de başarılıysan, bir de üzerine para kazanıyorsan (çünkü başarının tespiti, maddi kazanımları veri olarak kabul etmez), değmesinler keyfine.

İşin her şeyin olur. Ve sen, artık mesleğin olmadan hiçbir şeysindir.

A Late Quartet işte biraz bunu anlatıyor: mesleklerine gönülden, sıkı sıkıya bağlı dört müzisyen, kısa bir süreliğine müzikten kopunca, bocalayıverip dağılıyorlar.

***

Dört başat karakter: Juliette Gelbart (Catherine Keener), Peter Mitchell (Christopher Walken), Robert Gelbart (Philip Seymour Hoffman) ve Daniel Lerner (Mark Ivanir).

Bu dörtlünün bir "quartet"i var ve  füg biçiminde de eserler temsil ediyorlar.

Quartet, yani dörtlü; klasik müzik eserlerini beraber icra etmek üzere oluşturulmuş, dört müzisyen ve enstrümandan oluşan topluluk.

Füg ise, Latincedeki "fugere" yani kaçmak eyleminden türemiş. Bir parça düşünelim, bu parçayı önce 1. Keman'ın bir tondan çaldığını varsayalım; bir süre sonra 2. Keman devreye girsin ve 1. Keman'ın çaldığının aynısını başka bir tondan çalsın; sonra aynı şekilde 3. Keman ve son olarak da Çello, aralarda zaman aralıkları bulunacak şekilde aynı parçayı, farklı sıralarla çalsınlar. 

Füg, fugere, yani kaçmak. Parçanın bir sazdan, berikine kaçtığı hissi verdiği için dinleyiciye, "kaçmak" şeklinde yorumlanmış. 



Bu kuartet, Ludwig Van Beethoven'ın "string quartet no. 14, op.131" (İngilizcesiyle), Türkçesiyle "op. 131, yaylı çalgılar dörtlüsü" isimli parçasını da kapsayan, çetin bir repertuvara sahiptir, fakat bundan kesinlikle şikayetçi değillerdir; çünkü bu dörtlünün her elemanı, varoluşlarını, meslekleri üzerinden tamamlayabilen kimselerdendir.

Beethoven'ın "op.131, yaylı çalgılar dörtlüsü"nü dinleyen Franz Schubert; "bundan sonra bize yazacak ne kaldı ki?" diye sormuştur. Wagner ise aynı eseri şöyle tanımlar: "Müzik tarihinin en hüzünlü bölümü."

Müzik Tarihinin En Hüzünlü Bölümü...

Filmde hikayesi anlatılan kuartetin elemanlarından çellist olanı, topluluğun aynı zamanda en yaşlı üyesidir: Peter Mitchell (Christopher Walken)

Bir gün prova esnasında, çellosunu çalışında bir gariplik olduğunu sezer. Sanki eskisi gibi güzel, etkileyici çalamıyordur. 

Ellerinde bir sorun olduğunu anlayan Peter, soluğu hemen bir doktorda alır ve doktor, bir dizi tetkikten sonra, aynı zamanda eski bir dostu olan Peter'a parkinson tanısı koyar. 

Tüm hayatını çello çalarak geçirmiş, 25 yıldır zevkle üyesi olduğu göz bebeği kuartetinde çello çalabilmesi hasebiyle bulunmuş, bir hayli prestijli bir müzisyen olarak Peter'ın hayatı, işte o an kararır. 

Eşini kaybedeli henüz bir sene dahi olmayan Peter'a bu parkinson tanısı, ikinci bir şok olur. 

Hemen kuartetin geri kalan üyelerini toplar Peter ve onlara başına gelenleri anlattıktan sonra şöyle der: "Bir süre fizik tedavi göreceğim, sonrasında şayet çalabilecek hale gelirsem, sezonun ilk dinletisinde çalıp, yerimi ders verdiğim öğrencilerden en yeteneklisine, aranızda en sırıtmayacağına bırakacağım. Lütfen bu kararıma saygı duyun."

Bu, Peter ve kuartetin geri kalan üyelerinin kişisel "Müzik Tarihlerinin En Hüzünlü Bölümü"dür.

Bundan Sonra Bize Yazacak Ne Kaldı Ki?..

Catherine Keener

Peter, kuartetin en yaşlı üyesi olmasının yanı sıra, aynı zamanda  Juliette Gelbart'ın (Catherine Keener) babası, Robert Gelbart'ın (Philip Seymour Hoffman) da kayınpederidir.

Şimdi biraz Juliette-Robert çiftine eğilelim...

Robert kuartetin ikinci kemancısıdır. Aşırı kilolarından kurtulmak için sık sık New York olduğunu tahmin ettiğim kentin parklarından birinde, müziği kulağında jogging yapar ve bu ritüeli esnasında da İspanafon bir kadınla arkadaşlık kurar. Pilar (Liraz Charhi), Robert'tan yaşça çok genç ve çok alımlı bir hanımdır. 

Robert bir sabah karısına sokulur ve onu arzuladığını karısına, yani Juliette'e belli eder. Ne var ki karısından beklediği karşılığı alamaz ve boynu bükük bir vaziyette koşuya çıkar. Pilar ile karşılaşır ve onunla müzik üzerine laflar. Robert'in meşhur bir kuartette ikinci keman olarak görev aldığını bilen Pilar, Robert'a şu soruyu sorar "neden birinci keman değil de ikinci keman?" Robert her ne kadar Pilar'a birinci keman olmak ile ikinci keman olmak  arasında bir fark olmadığını; çünkü eserlerinin çoğunu füg biçimde çaldıklarını anlatmaya çalışsa bile, yine de içine bir kurt düşer. 

Fiziksel olarak kendisinden çok genç ve bir o kadar da güzel bu kadın, Robert'ın "neden ben birinci keman değilim?" sorusunu kendi kendineyken de defalarca tekrarlamasına yol açar. 

Peter "ben yokum, size yerime birini bulacağım" dediğinde Robert'ın aklında yeni kurulacak kuartette birinci keman olma hayali belirginleşir ve Robert bunu bir gün Juliette'in ve birinci keman Daniel'ın (Mark Ivanir) yanında dile getirir.
Christopher Walken
Robert'ın bu çıkışı çok tepki toplar. "Parkinson olmuş bir üyemiz var, bir dostumuz; sen bunu mu düşünüyorsun?" karşılığını alan Robert karısı Juliette'e sorar: "Sence ben birinci keman olacak kadar yetenekli değil miyim?"

Karısından beklemediği bir yanıt alan Robert için sadece kuartet ile olan değil, aynı zamanda Juliette ile olan ilişkisi de gittikçe zayıflar.

Bu işin Robert kısmı; bir de işin Daniel kısmı var.

Daniel başarılı bir kemancıdır. Keman çalarken çaldığı eserle bütünleşen, kendini eserin bestecisi yerine koyan, adeta transa geçen bir komple sanatçıdır.

Ve Robert ile Juliette'in kızı, Peter'ın da torunu Alexandra'ya(Imogen Poots) keman dersleri verir. Alexandra Daniel'a karşı bir çekim hisseder. Ama seyirci olarak bu çekimi yorumlamak çok zordur. Alexandra Daniel'a gerçekten aşık mıdır, yoksa sadece bir genç kızın başarılı hocasına duyduğu hayranlığın mı esiridir? Bu muğlaklık film boyunca hiç anlaşılamaz.

Öğrencisinin kendisine duyduğu bu hayranlığı fark eden Daniel hem kuartete, hem de kuartetin üyesi yakın arkadaşlarına duyduğu saygıdan dolayı Alexandra ile hiçbir koşulda yakınlaşmaz. Daniel Alexandra'ya karşı hep mesafeli, hep soğuktur.

Ancak Peter parkinson hastası olup da, kuartet dağılma noktasına gelince işler değişir ve Daniel ket vurduğu hislerini serbest bırakır. 

Bundan sonra bize yapacak ne kaldı ki? noktasında kuartetin tüm elemanları saçmalar ve varoluş sebebi aynı zamanda mesleği olan bu dörtlü, kendi sonlarını hazırlar. 


Filme ilişkin notlar:

  1. Muhteşem bir senaryo. İnsanın zaaflarını, başarılarını ve tüm hassas noktalarını göz önüne seren türden. Böyle hikayeleri takip edesi geliyor insanın. Başarılı bir grubun arka odasında neler var?.. Ne olursan ol, insansın en nihayetinde. Senin de kişisel zevklerin, hırsların ve yüksek bir egon var... A Late Quartet tüm bu insana dair noktaları, mükemmel bir uyumla gözler önüne seriyor.
  2. Film tertemiz. Çekimler, giyim kuşam. Klasik müzik elit ya hani; filmdeki herkes, her dekor, her sahne ve her cümle de bir o kadar elit. 
  3. "Tarihi roman okuyarak tarihi öğrenemezsiniz; ama tarihi roman okumadan da tarihi öğrenemezsiniz," demişti İlber Ortaylı katıldığı bir T.V programında. Ben de şöyle diyorum: "Klasik müziğin içinde geçtiği bir filmi izleyerek klasik müziği anlayamazsınız, ama o film olmadan da klasik müziği anlayamazsınız." A Late Quartet, klasik müziğin ne kadar önemli ve sahiden de ne kadar güzel olduğunu çok düzenli bir biçimde anlatıyor.
  4. Dört mükemmel aktör-aktrisin performanslarını izliyoruz. Hangi birini daha ön plana çıkarabilirim ki? Şöyle söyleyeyim: Catherine Keener'ın, Philip Seymour Hoffman'la bir başka filmini izlemiştim ve o film, hayatımda izlediğim en güzel filmlerdendi: Synechdoche, New York. 2008 yapımı bu filmin her sahnesi neredeyse, aklımda. Yönetmeni ve senaristi Charlie Kaufman, her filmini takip etmeyi kendime borç bildiğim bir isim... Bu ikili o filmde de mükemmeldi... Mark Ivanir, birçok filmde izlediğimi bildiğim ama oyunculuk performansına ilk defa bu filmde dikkat edebildiğim bir isim. Fevkalade doğal, son derece sürükleyici bir oyunculuğu var. Çok yakışıklı bir adam değil ama rolü gereği biraz karizmatik, yakışıklı olması gerekiyor. Bu iki özelliği de barındırmasını bilmiş. Onun da tüm filmlerini izlemeye çalışacağım... Christopher Walken için zaten söylenecek pek söz yok. Büyük oyuncu. Adının Robert De Niro, Al Pacino ile anılması lazım. Belki de bunun için daha çeşitli karakterlere can vermeli... Her neyse, iddiam şudur: Christopher Walken ve Philip Seymour Hoffman, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Oscar kazanacaklar.
  5. Brentano String Quartet bana filmin kazandırdığı en güzel yenilik. Bir klasik müzik dörtlüsü. Albümlerini edinmek lazım. 
  6. Filmin müzik albümünü de muhakkak edinmek lazım.
  7. Yönetmen Yaron Zilberman için A Late Quartet bir ilk uzun metrajlı kurgu filmi. 2004 yılında Watermarks isimli bir belgesel çekmiş, ondan sonra da işte bu A Late Quartet. Başka filmler de bekliyoruz kendisinden. Konuları hep böyle iyi seçtiği müddetçe, sıkıntı yok.

0 yorum :

Yorum Gönder