El Método

27 Temmuz 2013 Cumartesi

El Método


El Método-2005



Benim neslimi bugünlerde bir iş bulma, çalışma, para kazanma sevdası sardı. Benim neslim derken kast ettiğim bu sene lisans eğitimlerini tamamlayan gençlerdir. Bu arkadaşlarım istedikleri işlere girmek için bir dizi mülakatlara tabi tutulduklarını bana çeşitli sohbetlerimizde dile getirdiler. Bu mülakatların içeriğini sorduğum zaman verilen cevaplar şu tür sıfatlar olmadan eksik kalıyor: "zor", "aşağılayıcı" hatta kimi zaman "zalim"... Katalan oyun yazarı Jordi Galcerán'ın "El Método Grönholm" adlı eserinden sinemaya uyarlanan "El Método" işte tam da bu çetin geçen mülakatların iş başvurusunda bulunan adaylar için nasıl bir zulüm olduğunu anlatıyor. 

Bu filmi nereden duyduğumu filmi izlemeye başlamadan önce de, filmi izlerken de, film bittikten sonra bütün gece de kendime sorup durdum. Sonra sabah bir anda aklıma geldi. Bu filmi bana öneren, romancı ve yakın zamana kadar Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapan Murat Menteş'ti.

Kendisini hiç tanımam. Hiçbir kitabını da okumadım şimdiye kadar. Ama hakkında son zamanlarda o kadar çok yazı okuyorum ki, sanki kitaplarını okumadan, adamın nasıl olduğunu anladım gibi... Garip bir duygu bu. Bir yazarı okumadan daha, yazar hakkında tonlarca bilgi edinmek. Çağımızın gerekliliği sanırım bu, çağımızın getirisi. Yakın zamana kadar bir yazarın tanıtımına yönelik röportajını okur ya da izlerdik televizyonda. Sonra merak eder eserlerini okumaya başlardık. Bugün ise birkaç medya neferince tutulmuş yazar, bir anda göklere çıkartılıyor ve sen daha onun eserlerini okumadan kitapları ve üslubu hakkında tonlarca bilgi ediniyorsun. Dediğim gibi: garip.

Afilli Filintalar diye bir topluluk var. Bir akımın temsilcileri, diyelim. Bir edebi akımın. Yeraltı edebiyatı, diye nitelendirmek topluluklarını ne kadar doğru bilemiyorum. Ama dil konusunda; anlatım teknikleri bakımından farklılar, daha akıcılar ve daha günümüz edebiyatının geleceği, geldiği noktayı tayin ediyorlar. Benim anladığım o en azından. 

Bir de siteleri var. http://www.afilifilintalar.com/ diye. Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi'nin yazarı Emrah Serbes; Ben Tek Siz Hepiniz'in yazarı Hakan Bıçakçı; Tol, Har, Bazuka gibi kitapların yazarı Murat Uyurkulak ve işte şu son günlerde adından sıkça bahsettiren romanın, Ruhi Mücerret'in yazarı Murat Menteş burada arada bir, gönüllerine estikçe yazı yazıyorlar. Güzel bir sanal ortam. İlginç şahıslar, ilginç yazılarıyla bu sitede karşımıza çıkabiliyor. İlginç şahıslar derken, mesela şu hani "Kaybedenler Kulübü" filmiyle benim neslimin tanıdığı Kaan Çaydamlı da bu sitede yazı yazıyor. 

Yazarların beraberce tuttukları bir tür blog diyebiliriz http://www.afilifilintalar.com için.

İşte El Método filmini ben o sitede, Murat Menteş'in yazılarından birinde gördüm ve hemen edindim. 

***

El Método'nun konusuna gelince... 

Film, dünyanın çoğu başkentinde olduğu gibi İspanya'nın başkenti Madrid'te de yaşanan IMF ve Dünya Bankası zirvesinin halk tarafından protesto edildiği günlerde geçiyor. Yedi öz geçmişi parlak aday, Dekia isimli dönemin önde gelen şirketlerinden birinde çalışmak üzere iş başvurusu yapıyor. Bir dizi elemelerden geçtikten sonra "finale" kalmayı başaran bu yedi kişi bir odaya alınıyor ve kendilerine ayrılmış bilgisayarlarının başına oturuyorlar. 

Testler bazen "çok" çetin bir hal alabiliyor.

Önlerine bir form geliyor ve çoğu bu formu daha önce de defalarca kez doldurmuş olmasına rağmen ses etmeden bir kez daha dolduruyor. Aralarından sadece bir tanesi, Montse (Natalia Verbeke) isimli ve devamlı odaya girip çıkan şirket sekreterine elindeki formu daha önce de doldurduğunu, bir kez  daha doldurmasının ne anlamı olduğunu sert bir biçimde soruyor. Diğerleri işi kapmak için ellerinde ne varsa vermeye hazırlar, dolayısıyla ses çıkarmıyorlar. Daha bu, neredeyse ilk sayılabilecek sahneden bile, filmin bir parça hangi minvalde akacağını kestirebiliyoruz...

Bu form, aslında dikkatli okunduğu zaman, önceki formlardan biraz farklı. Benzer bilgileri içeriyor ancak bu formda bir de koşul var. Bu koşul, masada oturan yedi kişinin de, işe alınmak için üzerlerinde bir metodun uygulanacağını, buna itirazı olan adayların da istedikleri zaman salonu terk edebileceklerini taahhüt ediyor. 

Tüm adaylar bu koşulu kabul ettiklerine dair imzayı atıyorlar ve metot, uygulanmaya geçiyor.

Her adayın önündeki bilgisayar kendiliğinden açılıyor ve "oyun" başlıyor. 

Bilgisayarlara bir dizi iletiler gelmeye başlıyor. Adaylardan sadece birinin görebildiği bu ilk ileti, "aranızdan biri, bizim köstebeğimiz. İlk göreviniz onu bulmak." 

Adaylar konuşmaya başlıyorlar. Sırayla kimin köstebek olabileceğini bulmaya çalışırlarken, bir yandan da odanın kameralarla dolu olduğunu anlıyorlar. Her hareketleri izleniyor, her dedikleri dinleniyor.

Köstebeğe dair tahminler döküldükten sonra ortaya, ikinci görev geliyor: "Aranızdan bir kişi grubunuzun şefi olacak; bu kişiyi seçin." 

Adaylar kendilerini tanıtıyorlar ve aralarından bir kişiyi, oy çokluğuyla seçiyorlar. Bu kişi Julio (Carmelo Gómez). İsim üzerinde kararlar kesinleşince, bilgisayarına iletiler gelen aday, iletinin altındaki "cevap" boşluğuna "Julio" yazıyor ve yolluyor. Fakat yolladığı saniye bu sefer herkesin ekranına Julio ile ilgili gazetelere yansımış bir bilgi düşüveriyor. Julio, birkaç sene önce, çalıştığı bir fabrikanın çevreyi kirletmesinden ötürü başkaldırmış ve fabrikanın kapanmasına yol açmış. Bu haberi ekranlarından okuyan adayların Julio'ya karşı görüşleri bir anda değişiyor. Kimilerinin Julio'nun bu mücadelesi hoşuna giderken, kimileri "onu şefimiz yaptık ama yarın bir gün, gerekirse, bizi kapının öne koyabilir ya da bizi işsiz bırakabilir" şeklinde görüşler belirtmeye başlıyor. 
Derken ekranda bir soru daha: "Julio'nun yola sizinle beraber, şefiniz olarak devam etmesini ister miydiniz, istemez miydiniz?"

Cevaplar belli, çekimser ve aleyhte oylar olmasına rağmen, yine oy çokluğuyla Julio ismi bu soruya cevap olarak veriliyor. İsminin yazılmasının ardından "enter" tuşuna basıldığı anda Julio'nun bilgisayarından çıkan ses "Game Over" ve ekranında beliren yazı: "No Signal"...


***

İşte böyle böyle ilerliyor film. Her aday yavaş yavaş elenecek ve geriye tek bir aday kalacak. Ya da kalmayacak. Sürprizleri öldürmeyelim.

***

Filme dair notlar:

  1. Çok fazla diyalog var ama asla takibi zor bir film değil. Neredeyse tek mekanda çekilmiş bir film ama fevkalade akıcı, sürükleyici. Arjantinli yönetmen Marcelo Piñeyro'nun başarısı elbette bu. Hemen filmografisini edinmeli...
  2. Film hakkında internet üzerinde ufak bir araştırma yaptığım zaman kendimi tam bir "eşek" gibi hissettim... Filmin uyarlandığı oyun metni, meğer bu sene, hem de Sainte Pulchérie Fransız Lisesi'nde sahnelenmiş. Bir de üstüne üstlük oyunda yer alan aktörlerden biri, aynı zamanda oyunu sahneye koyan Leyla ile Mecnun'un İsmail Ağbi'si  Serkan Keskin. Ben nasıl olur da bu oyunu kaçırırım! O kadar da davet gelmişken...
  3. Film İspanya'nın meşhur Goya ödüllerinden de eli boş dönmemiş. En iyi uyarlama senaryo (Mateo Gil, Marcelo Piñeyro) ve En iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında (Carmelo Gómez) ödülleri evlerine götürmüşler. En iyi aktör olarak Eduard Fernández, Umut vadeden genç oyuncu dalında ise Pablo Echarri yalnızca adaylıklarla yetmişler.
  4. Kimi sahnelerde gerçekten korkuyorsunuz. Her an izleniyor olmak 1984-Büyük Birader endişesi yaratıyor insanın üzerinde. Yedi kişiyi barındıran odanın kapılarının bir anda kapanması, gelen yemeklerin şüphe çeken tatsızlığı, bir anda bilgisayardan çıkan mekanik bir "Game Over" sesi... Sinirleri zorlayıcı bir film.
  5. Film bana "vay anasını!" dedirtti, "benim de başıma bunlar gelecekse?.." 
  6. Çoğu sahnede adayların işi kapabilmek için düştükleri hali görünce insanı bir tür melankolik hava basıyor. İnsanın içindeki, pencereden çocukların aylak aylak top oynayışlarını görüp "bu dünya nereye gidiyor böyle!" sorularını soran teyzeler, amcalar başveriyor ağızdan. Gerçekten korkuyor insan, ama garip bir korku bu. Evhamlı.  
  7. Madrit'te insanlar sokaklara dökülmüş bu vahşi sistemi ve bu vahşi sistemin doğurduğu bir takım kurumları protesto ederlerken, bir dizi insanın dışarıda olup bitene tamamen kulaklarını tıkamış bir vaziyette bu kurumlara girip çalışma hırslarına tanık olmak, bu bahsettiğim evhamlı korkunun bir parçası tabii.

***

Filmle ilgili son söz şu:

Bunu çok sık söylemem ama bugün günüdür, söyleyeyim: 

Herkes ama herkes bu filmi muhakkak izlemeli. Özellikle de kafası iş güç muhabbetleriyle dolu olan kimseler, önceliği alsınlar. 

0 yorum :

Yorum Gönder