A Better Life

26 Temmuz 2013 Cuma

A Better Life


                                    A Better Life 2011, Démian Bichir 

Geçenlerde fevkalade miskin olduğunu bildiğim, gece geç yatan ve ertesi gün bıraksan akşam saatlerine kadar uyuyan bir arkadaşımı aradım halini hatırını sormak için. Bir süre havadan sudan konuştuk. Sonra bir anda bana çalıştığını söyledi. Sabah 9.00, akşam 18.00 adamı olmuş. Yapısını bildiğim için inanamadım tabii. "Hayırdır," diye sordum, "sen daha yeni mezun oldun, çalışacak adam mıydın, ben sen birkaç sene etraflarda dolanırsın ya da yüksek lisans falan yaparsın diye bekliyordum?.." Hiç bekletmeden cevapladı beni bıkkın ama kabullenmiş bir sesle: "Daha iyi bir hayat istiyorum."

A Better Life, işte biraz bu durumu anlatıyor. Daha iyisini isteyenleri. Fakat "daha iyisini" demekle kast ettiğim burada; "daha çok para, daha konforlu bir yaşam, daha iyi eğitim...vs." Yoksa "iyi bir hayat" çok göreceli bir laftır. Sen nasıl algılarsan "iyi hayat"ı, "daha iyi hayat" da biraz o doğrultuda şekillenir. 

***

2011 yapımı bir film A Better Life. Yönetmeni biraz "dandik" filmlerin adamı: Chris Weitz. American Pie (1999), About A Boy (2002), Antz (1998) desem... 

Senaristi ise Eric Eason. 2002 yapımı Manito filmiyle aralarında Tribeca Film Festivali ve Sundance Film Festivali'nin de bulunduğu birçok festivalden ödülle dönmüş. Manito filminde de, tıpkı A Better Life'ta olduğu gibi yine bol sayıda İspanik mevcut. Yine biraz kıyıda köşede kalmış insanların hikayesi, yine başaramamış kimselerin öyküsü. 

A Better Life'ın baş rolünde Démian Bichir oynuyor. Fena da oynamıyor aslında. Öyle ki bu filmdeki performansıyla Akademi Ödülleri 2011 En İyi Erkek Oyuncu dalında adaylığı var. 2011 yılında benim en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanmaya değer gördüğüm aktör kesinlikle Biutiful'daki performansıyla Javier Bardem'di. Ne var ki ödülü Colin Firth aldı götürdü evine, The King's Speech'teki o "iyi" performansıyla. 

Démian Bichir'in performansı için belki biraz ön yargılı olmuş olabilirim; kimi zaman insan normalde çok beğeneceği bir aktöre, bir an için ısınamıyor ve onun performansını görmeyi reddediyor. Belki bende de böyle bir durum olmuş olabilir. Bunu söylüyorum çünkü filmi birlikte izlediğim kimseler, Démian Bichir'in oyunculuğuna hayran kaldılar...

Bir de ufaklık var. Démian Bichir'in oğlu rolünde. Kötülüğe meyyal, ama içindeki "iyi" yanı da muhafaza etmesini başarmış bir delikanlı. José Julian ismi, filmdeki ismiyle Luis. Gelecekte bu oğlanı önemli rollerde görebiliriz. Bu mesajı açıkça veriyor.

***

José Julian (Luis Galando)

Filmin özeti şöyle. Démian Bichir'in can verdiği Carlos Galindo, yıllar evvel ABD'ye Meksika'dan büyük umutlarla gelmiş fakat ABD'ye bir şekilde entegre olamamış bir kaçak. Karısı tarafından terk edilmiş, oğluyla bir başına kalmış, ne yapacağını bilemeyen bir adam. 

Tek arzusu sınıf atlamak. ABD'nin oğlu için en doğru yer olduğunu biliyor. Zira ana dilini unutmuş, İngilizce'yi tıpkı ABD'li cankiler gibi konuşan oğlu, şayet bugün Meksika'ya dönmek zorunda kalsa, yapamayacak, bocalayacak ve daha beter bir hayata yelken açacak. 

Dolayısıyla Carlos'un bir şeyler yapması lazım. Her gün kamyonet sahibi bir dostunun ona iş ayarlayıp, onu işe götürmesiyle sınıf atlaması mümkün değil. İş dediğin de zengin ABD'lilerin lüks bahçelerinin bakımını yapmak. Bir nevi bahçıvanlık. 

Günün birinde bu arkadaşı; kamyonetinin satılık olduğunu, Carlos şayet parayı denkleştirir ve kamyoneti alırsa, kendisini daha iyi hissedeceğini söylüyor. Carlos kamyoneti alıp işlerini büyütmeyi çok istiyor ama bir yandan da korkuyor. Çünkü kaçak olarak yaşadığı bu ülkede ne ehliyeti var, ne de oturma izni...

Bir tarafta hayaller, bir tarafta kocaman bir risk. Bir tarafta oğlunun büyük adam olduğunu görme ihtimali, bir tarafta oğlunu bir daha asla görememe gerçeği. Çünkü eğer Carlos polislere ehliyetsiz yakalanır ve kaçak olduğu için hapise düşerse, o zaman Meksika'ya geri gönderilip oğlundan ayrı kalacak. Ve bu ayrılık belki bir ömür sürecek...

Carlos bir süre düşünüp taşınıyor ve bu riski almaya karar veriyor. Kendisi gibi ABD'de yaşayan kız kardeşinden gerekli parayı borç olarak istiyor ve bu parayla kamyoneti alıyor. 

Hayatının en mutlu günlerini yaşar gibi Carlos, hemen yanına orta yaş üstü bir çırak-yardımcı alıyor ona destek olsun diye ve işe çıkıyor. 

Kocaman bir palmiye ağacının önünde Carlos ve çırağı öylece bekliyorlar. Görev palmiyenin yapraklarının budanması. Carlos çırağına ağaca çıkacağını söylüyor. Çırağı için bu çok zor bir iş, Carlos'un bunu başarıp başaramayacağından emin değil. 

Carlos kararlı, "daha önce de yaptım ben bu işi," diyor ve cebindeki telefonunu, cüzdanını çıkarıp yere, montunun üzerine bırakıyor, beline kemerini takıyor, kemerin bir ucunu ağaca doluyor ve tırmanmaya başlıyor. Ağacın tepesine çıktığında aşağıya, çırağına bakıyor ve ondan kendisine bir gereç uzatmasını istiyor. Fakat aşağıda kimse yok. Biraz uzağa bakınca çırağının onun yerde kalan eşyalarını almış, kamyonete doğru koştuğunu görüyor. Çırağı Carlos'u soyup soğana çeviriyor.

İşte bundan sonra, Carlos ve oğlunun o çırağı bulma, kamyonete tekrar erişme ve "daha iyi yaşam"ın peşinden koşma mücadelesine tanık oluyoruz seyirci olarak.

***

Filmi beğenmedim... Neden?

  1. Amerikanvari bir konu, ancak kurgu hiç akıcı değil. Yani ABD filmlerinin o en saçma konuyu bile seyirci açısından sürükleyici kılan üslubu bu filmde hiç mi hiç mevcut değil.
  2. Sonu son derece "everything is gonna be alright!" tarzı. ABD filmi ne de olsa. Başka ne beklenebilirdi ki? Hayattan kopuk ve "burası ABD, burada her şey mümkün!" mesajlarıyla dolu.
  3. Filmdeki kötü karakterler tam anlamıyla kötü değil, iyiler de aynı şekilde... Herkesi anlayacağım diye, film mesajından kopmuş.
  4. ABD gerçeğidir kaçakların dramı. Film bu konuda net bir şey söylemediği gibi, bu gerçeği tam anlamıyla anlatamamış da. Bunu anlayabilirim fakat neden o zaman hiç bir şey söylemeyeceğin bir konu hakkında yine de bir şeyler söylemek istiyormuş gibi yapıyorsun, diye sorarlar adama. Hiç burnunu sokma o zaman. Karmaşık bir konuyu, sırf işine gelmiyor bazı gerçekler diye, kendine uygun bir biçimde anlatamazsın. Anlatırsan bu gerçekçi olmadığı gibi, bir de kendi hesabına çalışan sanat, anlayışına uygun düşer. 
***

Film hakkındaki son görüş: 

A Better Life'ın Akademi Ödüllerinde bir dalda da olsa aday gösterilişi bence Akademi'nin "biz her fikre Akademi çatısı altında barınma hakkı veririz, biz statükocu değiliz" mesajını vermek istemesiyle alakalı. Seyirci bunu ne kadar yer, bilemeyiz tabii.



0 yorum :

Yorum Gönder