Crazy Heart
Her şeyin koşar adım tüketildiği dünyamızda, tükenmek nedir bilmeyen müziklere karşı saygı duruşu: Crazy Heart.
2009 yılında Ukde Sineması henüz yoktu. 2010 yılının sonlarına doğru yetişti imdadıma, demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Ama yerli yerinde bir cümle gibi duruyor şöyle bir baktığımda. Televizyonlarda, N.B Ceylan vesilesiyle, son günlerde pek sık duyar olduk Cannes Film Festivali'nin en iyi film festivali olduğunu. En büyük -prestijli mi desek?- organizasyon hala Akademi Ödülleri. Fakat zaten fark orada: biri "ödül töreni", diğeri "festival". Dünyanın en büyük ödül töreninin festival haline gelmesi, bende Ukde Sineması'nın hayatıma girişiyle başladı. Ne zaman ki Ukde Sineması 'ben de buradayım' dedi, o zaman Akademi Ödülleri'ne aday çoğu filmi -erişebildiğim kadarını- izler ve onlar hakkında yorum yapar, kendi ödül sahiplerimi belirler oldum.
Tüm bu zırvalıkları anlatmam, geçen sene Crazy Heart filmini kaçırmış olmamı kendime nazik bir dille ifade etmeye çalışmamdan ileri geliyor. Yani geçen sene Ukde Sineması yoktu ve ben de Crazy Heart filmini kaçırdım. İşte o kadar!..
'Kaybetmiş bir müzisyenin hikayesi!..'
Crazy Heart, kaybetmiş, başarısız veya başarılı ama şanssız müzisyenlere ağıt niteliği taşıyor. Sanki dünyadaki tüm başarısız müzisyenlerin, hatta daha ileriye gidiyorum: dünyadaki tüm başarısız insanların cenazeleri kalkıyormuş da, arkada mermilerle, sıva çatlaklarıyla dolu bir beyaz duvara bu film yansıtılıyormuş gibi.
Baş karakter Bad Blake (Jeff Bridges) modası geçmiş, yaşlı, alkolik ve beş parasız kalmanın sık sık eşiğinden dönen, hatta kimi zaman gerçekten beş parasız kalan bir adamdır; yani sanatçıdır. Country tarzı müziğiyle ABD'nin genelde güney kasabalarını dolaşır ve yaptığı müziğe hala tav olan insanlar için ufak barlarda konserler verir. Geçmişi başarılı bestelerle ve şöhretle dolu olduğundan az da olsa iş bulabiliyor fakat sürekli cepten yiyordur. Hayranlarının büyük çoğunluğu Bad Blake ismini unutmuştur, unutmayanlarsa ancak isim bir yerlerde yankılandığında tanıdıklaşıyorlardır.
Kısacası Bad Blake'in işi zordur. Hızla tüketilen bir piyasada, ABD'de her geçen gün modası geçen bir müzik türünün -Country Müziğinin- temsilcisidir ve o da tıpkı müziği gibi tükenip gitmektedir.
Kayıp gitmekte olan hayatını daha da berbat bir hale getirebilecek yegane şey, sadece kendine zararı dokunacak tüketimlerdir. "Fazla oranda" alkol ve "aşırı" sigara tüketimi mesela. Bu tip zararlı tüketimler, aslında Bad Blake'i yiyip bitirmektedir.
Tüm bu hengame içinde bir çeşit çıkış yolunun peşinde koşar Bad Blake ve bu çıkış yolunu şans eseri kendisiyle röportaj yapmaya gelen genç bir gazetecide ve bu gazetecinin küçük erkek çocuğunda bulacaktır. Çünkü yalnızca bu iki insan Bad Blake'in, tüm kendine zarar veren alışkanlıklarına rağmen, içinde yatan ve müzik yapabilmesini sağlayan o duygusal adamı, o iyi kalpli insanı görebilmiştir ve peşinden gitmiştir.
'Arka Plan.'
2009 yapımı olan Crazy Heart Thomas Cobb isimli Amerikalı yazarın aynı adlı kitabından uyarlama. Filmin yönetmeni Scott Cooper ve bu onun ilk yönetmenlik denemesi. Kendi adıma bir ilk deneyim için performansının umut verici olduğunu söyleyebilirim. Fakat beri yandan da kabul etmek lazım ki yönetmenliğin başarılı veya başarısız olduğunu bu film üzerinden değerlendirmek biraz acımasızlık olur; zira çok büyük çaba gerektiren bir senaryo gibi durmuyor filmin senaryosu.
'Jeff Bridges!..'
Jeff Bridges, Crazy Heart'taki performansıyla 'en iyi erkek oyuncu' dalında Akademi Ödülü kazandı. Rakibi sayılabilecek Colin Firth, Morgan Freeman ve George Clooney vardı. Bir de tabii Jeremy Reener. Ancak dediğim gibi ben rakibi sayılabilecekleri söylüyorum. Gerçekçi bir yaklaşımda bulunmak gerek; genç oyuncuların dedelerin ellerinden heykelciği kaptığı yıllar biraz geride kaldı. Artık Akademi heyecanlara yer vermiyor.
Morgan Freeman'ın oynadığı Invictus filmini izlemedim. Yalnız eğer sırf birisi Nelson Mandela'yı; önemli bir milli şef'i oynadı diye ödül kazanacaksa, o zaman bizden senede en az dört tane Akademi Ödüllü aktör çıkardı...
George Clooney'nin Up in the Air filmini izledim. Hatta blog'umda da yazdım. Güzel film ve Clooney'den her zamankine benzer, sade bir performans. Basmakalıp ve sade. Bu sadelik ve rolün Crazy Heart'taki Bad Blake karakteriyle boy ölçüşemeyecek kadar silik oluşunun ona Oscar yolunu kapattığını düşünüyorum.
Colin Firth ise Single Man'de bir hayli başarılıydı. Şöyle söyleyeyim eğer ben o jüride olsaydım hayli zorlanırdım. Eminim 2010 yılı jürisi de fena halde zorlanmıştır heykelciğin kime gideceğine karar verirken ve hissediyorum ki son kararlarını "gelecek sene bakarsın Colin Firth başka bir film yapar, oradaki performansıyla da karşımıza çıkar, bu sefer de ona ödül veririz!" diye düşünerek vermişlerdir. (Colin Firth 2011 yılında 2010 yılının 'en iyi erkek oyuncu' dalında Oscar ödülünü, The King's Speech filmiyle almıştır.)
Jeff Bridges bir kral. True Grit'te de benzer bir durumu sezdim, bundan bahsetmek istiyorum. Jeff Bridges tek başına filmi üzerine yıkabileceğiniz bir aktör. Her koşulda sürükleyiciliği sağlıyor ve size asla "yahu acaba cast biraz daha mı sağlam olsaymış, senaryo biraz daha mı şişirilseymiş?" sorularını sordurtmuyor. O sahnede belirdiğinde başka karakterlere ihtiyaç duymuyorsunuz, sadece onun sahneyi dolduruşuyla ilgileniyorsunuz.
Tek nokta: son iki filminde aşırı halde benzer yörenin rollerine bürünmesi. Bu rollerin üzerine yapışması Jeff Bridges için fena bir durum olur. Gelecek filmlerini merakla bekliyorum.
Jeff Bridges ve Maggie Gyllenhaal |
Colin Farrell da varla yok arası. Aktörlüğüne diyecek söz yok, sesi biraz daha filme uygun olsaydı... Jeff Bridges'ın yanında bir hayli sönük kalıyor.
'Soundtrack!..'
Sevdiği işi yapmak uğruna kaybetmeyi göze alanların müziği Crazy Heart, hayata dair önemli mesajlar bekleyenleri sinematografik bir dille doyuruyor.
0 yorum :
Yorum Gönder