"Son on yılda günde 22, ayda 683, yılda 8.000'i aşkın kişi hayatını kaybetti. Arjantin'deki trafik kazaları büyük kayıplara neden oluyor. Sigorta endüstrisi ise yükselişte."
Carancho filminin açılış sahnesi
Carancho; yani Akbaba, Arjantin'in sosyal zaaflarını lirik bir dille anlatmayı amaç edinmiş bir Arjantin filmi. Arjantinlilerce, Arjantin'in yürekli bir biçimde anlatılması -'eleştirilmesi' mi desek?- yani. Bilerek çok sayıda içinde 'Arjantin' geçen cümleler kuruyorum;
1-Bir ülkenin, kendi sinemasınca bu kadar objektif bir biçimde eleştirilebiliyor olması, bizim gibiler için pek alışılageldik bir olay değil.
2-'Arjantin' demek hoşuma gidiyor, 'Arjantin, Arjantin, Arjantin!..'
Sosyal bir problemden bahsediyor film. Trafik kazalarına ölenlerin sayısının her geçen yıl arttığı bir ortamda, sigorta şirketlerince sömürülen kazazedelerle, sigorta şirketlerinin arasına giren bir bariyerden bahsediyor Pablo Trapero (yönetmen-senarist), yani Sosa'dan (Ricardo Darín).
Sosa işin aslı bir avukat. Buenos Aires'te kendi mıntıkasına giren kazalarda polisten, hatta ambulanstan daha evvel kazanın olduğu yerde biten, kazazedeleri, onları taşıyan ambulansların arkasına kirli paslı arabasıyla takılıp hastanelere kadar takip eden, hastanede ise kazazedelere sigorta şirketlerinden evvel erişen bir 'fırsatçı'. Sosa bir Carancho, Sosa bir 'akbaba', pisliğin ve leşin üstüne üşüşüp, oradan kendine ve de kazazedeye pay sağlayan bir ara kablo.
Önce "iyi misiniz, bir şeyiniz var mı, kendinizde misiniz?" gibi cümlelerle hastalara yaklaşıyor, hemen ardından da bir bir sıralıyor kazazedenin haklarını. İşine gelirse iş birliğine yanaşırsın, işine gelmezse "yok arkadaş ben problemimi kendi sigorta şirketimle hallederim" dersin. Sosa sana bir fırsat sunuyor. Bilhassa maddi durumu bozuk kimselerin sigorta şirketlerine karşı haklarını savunamayacaklarını bildiğinden Sosa, kartlarını sonuna kadar oynuyor ve bu şekilde hem kendini zengin tutuyor, hem de kazazedeyi.
Durum işte bundan ibaret.
Tabii yan olaylar da var. Mesela şu Luján (Martina Gusman) meselesi. Kafa karıştırmaya gerek yok. Sinemasever fazla zorlanmadan kendine şu soruyu sorsun. Yedi yirmi dört hastane hastane dolaşan, nerede kaza orada herkesten evvel biten, gündüzleri paydos geceleri dimdik ayakta olan bir insan kime aşık olabilir? Kimi daha fazla görüyorsa pek tabii ki ona: bir yerel hastanede çalışan ve her gece yaşanan kazalarda ambulanstan ilk inen kimseye, "hemşire Luján'a".
Luján, Arjantin'in küçük şehirlerinden birinden Başkent Buenos Aires'e gelmiş, temiz bir hemşire. Etrafta olup bitenden haberdar değil. Hatta Sosa ile ilk karşılaşışlarında, Sosa'nın ne halt etmeye sabahın o saatinde kazanın olduğu yerde olduğunu, ne kazayla ne de kazazedeyle hiçbir yakınlığı, tanışıklığı olmamasına karşın yine de ambulansı hastaneye kadar takip etmesini uzun süre anlamlandıramıyor. Kafasındaki soruları, kendisine nazaran daha tecrübeli olduğu anlaşılan ambulans şoförüne sorsa ve bir takım cevaplar alsa da, yine de Sosa'nın varlığını bir türlü kafası almıyor.
Hiç şüphesiz ki Trapero da hikayenin bu kısmıyla, Arjantin'deki küçük kasabalarda yaşayanlarla büyük şehir insanlarının arasındaki yozlaşma farkını ortaya koymak istiyor.
"Işık! Neredesin?"
Temel hatlarıyla filme baktığımızda gündüz geçen pek sahnesinin olmadığını söyleyebiliriz. Filme dair pek fazla sır vermek istemiyorum. Bir filme başlarken hissedilen bekaret mühimdir. Bu sebepten sadece bir iki sahnede gün ışığı oyuncuların hayatlarına çarpıyor. Bunlardan yalnızca biri Sosa ile Luján arasında yaşanan tutkulu bir cinsel birlikteliğin sabahında aşıkların bedenlerine vuran gün ışığı.
Bundan bahsetmemin sebebi, filmin sosyal yönünü gözden kaçırmamak adına -tabii heyecan dolu, akıcı sahnelerle döşenmiş bir film olduğunu da göz ardı etmemek gerek- mutlaka izlemeliyiz, fakat her zaman ve her ruh hali filmden zevk almak için yeterli değil. Yani bu öyle 'koy filmi oynatıcıya, bas oynat'a durumundan biraz öte. Carancho'yu izlemek için o gün iyi bir gününüzde olmalısınız ve her ne kadar içinizin kararacağını bilseniz de sabırla filmi irdelemelisiniz. Bu dediğim filmin sizden beklediği. Eğer filme istediğini verirseniz, filmden istediğinizi alırsınız.
'Trapero, Darín ve Gusman.'
|
Pablo Trapero |
Az çok Arjantin sinemasını bilirim. Bilhassa yeni çıkan Arjantin filmlerini biran evvel edinmek ve izlemek gibi de bir huyum vardır. Ve emin olun bugün eğer bana "hangi üç Arjantinli'yi bir araya toplasak senin için kaçınılmaz bir film kadrosu oluşturmuş oluruz" diye sorsalar, kafamda bir araya getireceğim beş on isimden
üçüdür Trapero, Darín ve Gusman.
Trapero'nun El Bonaerense'sini (Buenos Aires emniyet teşkilatına katılması için baskı altında bırakılan bir kilit ustasının hikayesi), Familia Rodante'sini (ailenin en büyük ferdi olan anneannenin, Arjantin'in öteki ucuna, bir düğün davetine giderken yanında ailenin geri kalan tüm fertlerini götürmesi, fertleri kendisine eşlik etmek zorunda bırakması anlatılır) ve de Leonera'sını (hapse düşmüş bir hamile kadının hayatı pahasına çocuğuna sahip çıkmasını anlatır) fevkalade beğenerek izlemiştim. Bilhassa Leonera'yı hala unutamıyorum.
Son dönemlerde inanılmaz derecede parladığını söyleyebilirim Trapero'nun. Sosyal içerikli filmler yönetiyor ve bunu yaparken asla sıkıcı bir anlatımı tercih etmiyor.
|
Ricardo Darín |
Darín zaten en sevdiğim Arjantin'li aktör. Sık sık söylerim Oscar kazanmaması, dünyaca meşhur olmamasının tek sebebi; İngilizce konuşmaması. Ya da İngilizce konuşacağı filmlerde yer almaması. Bir Arjantin'li olması. Ayrıca kendisinin fevkalade büyük bir Arjantin Sineması destekleyicisi olmasından da bahsetmek lazım. Kendisi her röportajında "ben Arjantin sinemasından filmler seyretmem!" diyen kokona Arjantinli'lerle dalga geçer ve onlara Arjantin Sinemasının günümüzde geldiği noktayı hatırlatır.
Gusman'ı Leonera'daki haksızlığa uğrayan anne rolüyle tanıdım ve adeta taptım. Kendini rolüne kaptırışı, sakin ve duru oyunculuğu takdire şayan. Hele Carancho'daki Buenos Aires dışı, muhtemelen güney aksanı muazzam. Bunu hissedebiliyor olmak da benim açımdan harikulade.
'Peki bizim memleket?..'
Arjantin son dönemlerde sinema alanında büyük bir aşama kaydetti. 1985 yılında Arjantin, ilk Oscar'ını La Historia Oficial ile kazandı. O dönemden bu yana suskun geçen sinema yılları geçen yıl kazanılan 'en iyi
yabancı dilde film' Oscar'ıyla tekrar alevlendi. Arada tabii çok önemli filmler yapıldı. Kimisinde Saura ismi vardı, kimisinde yine Darín.
Önemli olan şu. Arjantin, memleket olarak sinemanın değerini kavradı. Sinemanın nelere kadir olduğunu fark etti. Biz hala bu konuda bir aşama kaydedemiyoruz. İdealist konuşmak istemem ama bu kapitalist kafayla da bir aşama kaydetmek mümkün değil. İki tane sinemacıyla bu iş olmaz. En baba aktörümüz dediğimiz yıllanmış şarap aktörleri amerikan özentisi polisiye filmlerde harcayarak da bir yerlere varamayız.
Demem o ki, Carancho'yu izleme lüksüne sahip insanlar, lütfen kendinize en son ne zaman bu gibi sosyal bir meseleye temas eden bir Türk filmi izlediğinizi sorun.
Bu soru bizim için çok önemli. Bizim ve sinemamız için...
O kadar yasa dışı olaydan bahsediyoruz. O kadar haksızlıktan. Yahu bu haksızlıklar hiç mi senaristlerin ilgisini çekmiyor, hiç mi yönetmenlerin, prodüktörlerin gözüne çarpmıyor? Yoksa çarpıyor da gözleri mi yemiyor filmlerin de bunlara yer vermeye. Sinema bir silahtır. En büyük propaganda aracıdır. Carancho'yu izleyin ve kendinize şu soruyu sorun: acaba böyle bir film bizim memlekette yapılsaydı ne olurdu? Bence hiç fena olmazdı.